- Haberler
- 1 MAYIS'A DOĞRU!
1 MAYIS'A DOĞRU!
1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü olarak kutlanır.Bu tarih emeğin evrenselleştiği, dünyanın her yerinde emekçilerin taleplerini haykırdığı gündür.
1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü olarak kutlanır. Bu tarih emeğin evrenselleştiği, dünyanın her yerinde emekçilerin taleplerini haykırdığı gündür. 1886 yılında ABD'nin Chicago kentinde işçilerin günlük 12 saat olan çalışma süresinin 8 saate indirilmesi talebiyle başlattıkları ve onlarca işçinin ölümüyle sonuçlanan eylemlerin yıl dönümünün 21 Temmuz 1889'da toplanan Uluslararası Enternasyonal İşçi Kurultayı'nda
"Uluslararası Birlik,
Mücadele ve Dayanışma Günü"
ilan edildiği bilinmektedir.
Dünyada olduğu gibi
“1 Mayıs
Uluslararası Birlik,
Mücadele ve Dayanışma Günü"
her yıl Türkiye'de de emekçiler ve emeğine sahip çıkanlar tarafından kutlanmakta ve maalesef bazı yıllarda çok acıklı olayların yaşandığı gerçeğiyle karşı karşıya bulunmaktayız.
Ülkemizde özellikle 1977 yılının 1 Mayıs etkinlikleri çok kanlı bir tabloyla sonuçlanmış, çıkan olaylarda 37 işçi hayatlarını kaybetmişti.
Son yıllarda, taşeronlaşmanın giderek yaygınlaştığı ülkemizde işçi hakları açık bir şekilde ihlal edilmekte, yıllar önce alınan birçok haklardan geri dönüşler yaşanmaktadır.
1 Mayıs etkinliklerine az bir süre kala, İstanbul’daki kutlamaların hangi meydanlarda yapılacağı daha kesinleşmemiştir. İşçi sendikalarının
TAKSİM MEYDANINDA
toplanmak istemlerine karşılık hükümet, işçiler açısından anlamlı olan bu meydanı etkinliklere kapalı tutmakta kararlı gibi görünmektedir. Oysa 2010 yılında çok isabetli bir kararla
TAKSİM MEYDANI
etkinliklere açılmış, hiçbir üzücü olay da yaşanmamıştı.
Baskılar ve yasaklar, her zaman için insanlarda alerji yapar. Taksim Meydanı 2010 yılında olduğu gibi, yine 1 Mayıs etkinliklerine açık tutulursa, öyle umut ve tahmin ediyoruz ki, gösteriler gayet sakin geçecektir.
Bırakın işçiler, işçi sendikaları kendi emek günlerini istedikleri alanda, istedikleri gibi kutlasınlar. Etraflarını barikatlarla kuşatmayınız, bakınız bakalım, hiçbir taşkınlık yapacaklar mı!
1 Mayıs özellikle işçiler ve emekçiler tarafından kutlanan bir gündür. Dünyanın birçok ülkelerinde olduğu gibi bu yıl da Türkiye’de ve İlimizde de etkinlikler düzenlenecektir.
Sendikalar, kutlamaları
TAKSİM
MEYDANINDA
yapmak istiyorlar. Valilik, buna müsaade etmek niyetinde değil. İlk pazarlıklar, bu konuda başlamış bulunmakta. Sendikalar,
TAKSİM’İ
İSTİYORLAR.
Çünkü Taksim işçi kanlarıyla sulanmış bir meydandır. Özellikle 1977 yılındaki 1 Mayıs kutlamalarında 37 işçinin can verdikleri unutulmasın. 1 Mayıs yaklaşırken, günün anlam ve önemini, tarihteki yerini vurgulayalım istedik.
1 Mayıs etkinlikleri ilk kez 1856'da Avustralya'nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçilerinin günde sekiz saatlik iş günü için Melbourne Üniversitesi'nden Parlamento Evi'ne kadar bir yürüyüş düzenlemeleriyle başlatıldı.
İlk etkinlikten tam 20 yıl sonra yani 1886 yılında yine 1 Mayıs günü Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktılar. Chicago (Şikago)'da yapılan gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Luizvil'de (Kentaki) 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü. O dönemde Luizvil'deki parklar, siyahlara kapalıydı. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park'a girdiler. Her eyalet ve kentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığı gösteriler, gazeteler tarafından, 'Böylece önyargı duvarı yıkılmış oldu' şeklinde yorumlanmıştı.
Bu gösteriler 1 Mayıs'ı izleyen günlerde tüm harareti ile devam etti ve 4 Mayıs'ta kanlı Haymarket Olayı'na yol açtı.
Uygulanan yasal baskılarla bu gösterinin tekrarlanması engellendi. 1889`da toplanan İkinci Enternasyonal'de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada
"Birlik,
mücadele ve dayanışma günü"
olarak kutlanmasına karar verildi. Böylece ikinci gösteri 1890 yılında yapılabildi.
Anadolu'da 1 Mayıs ilk kez Osmanlı döneminde, 1905 yılında İzmir'de kutlandı. Bunu 1909 Üsküp kutlaması izledi. İstanbul'da ise 1 Mayıs kutlaması ilk kez 1910'da yapıldı.
1920 yılında ise işgalcilerin ve Osmanlı hükümetinin yoğun baskılarına rağmen 1 Mayıs İşçi Bayramı olarak kutlandı. İşçiler Haliçten başlayarak Karaköy üzerinden Beyoğlu'na kadar bir yürüyüş yaptılar ve
"Bağımsız Türkiye"
yazılı bir pankart taşıdılar.
1921'in 1 Mayıs’ında İstanbul'un hemen tüm işçileri, özellikle şirket-i Hayriye, Seyrü Sefain, Haliç idaresi ve Tramvay şirketi çalışanları 1 Mayıs'ı kutladılar.
1923 1 Mayıs’ında çok sayıda yerli ve yabancı işletmede çalışan işçiler greve çıktı. İşçi taleplerinin arasında, "yabancı şirketlere el konulması, 1 Mayıs'ın resmen işçi bayramı olarak tanınması, sekiz saatlik işgünü, hafta tatili, serbest sendika ve grev hakkı" vardı ve birçok işçi tutuklandı.
Cumhuriyet Sonrası 1924 1 Mayıs’ını "İşçi Bayramı" olarak kutlayan işçilerin bu eylemi engellenmek istendi. Sekiz saatlik işgünü için bildiri dağıtan birçok işçi tutuklandı.
1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu sonrasında kutlamalara izin verilmedi ve 1935 yılına kadar hemen hemen her yıl ancak gizli kutlanabildi. 1 Mayıs'ın bundan sonraki tarihi "yasak"larla yazıldı.
1935 yılında
"Ulusal Bayram ve Genel
Tatiller Hakkında Kanun"
adıyla çıkarılan düzenleme ile 1 Mayıs
"Bahar ve
Çiçek Bayramı"
olarak genel tatil günlerine dahil edildi.
27 Mayıs 1960'dan sonra da "yasaklar" yaşandı. Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu'nun kabul tarihi olan 24 Temmuz, işçi sınıfına 1 Mayıs'ın yerine bayram olarak dayatıldı. Ancak bu girişimlerin hepsi, kararlı mücadeleler sonucu geri döndü.
En kitlesel 1 Mayıs, 1976'da kutlandı. Bu miting DİSK'in öncülüğünde Taksim Meydanında yapıldı. O gün Taksim Meydanını 500 bin emekçi doldurdu. Bu yüzden 1977 yılındaki gösterilerin daha bir görkemli kutlanmasından tedirgin olan kesimler bulunmaktaydı.
Ama her şeye rağmen Taksim Alanı'na 500 bin emekçinin akması engellenemedi. Saat 14.30'da başlayacak olan kutlamalar için alan, sabahın erken saatlerinde itibaren dolmaya başladı. İşçiler, emekçiler, öğrenciler, kadınlar, çocuklar. Bayramlarına sahip çıkmış, coşkularını donanmış ve alanları özgür ruhlarıyla doldurmaya başlamıştı. Taksim alanında, iğne atılsa yere düşmeyecek bir katılım vardı. Dönemin DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in konuşmasının sonlarına doğru, çevredeki binalardan halkın üzerine ateş açıldı. Yaşanan paniğin ardından 37 insanımız yaşamını yitirdi, 200'den fazla da yaralı vardı.
1978 yılında, önceki yıl yitirilen 37 insanın acısını içinde yaşayan yüzbinler yine Taksim Alanı'ndaydı...
1979 yılında Sıkıyönetim Komutanlığı İstanbul'da mitinge izin vermedi. İzmir Konak Meydanı'nda kutlandı.
1980 sonrası 12 Eylül Askeri darbesinin yasaklar zincirinde 1 Mayıs da yer alıyordu. Böylece yeni bir yasaklı dönem başladı. Ama tüm yasaklara rağmen; kısa süreli iş bırakmalar, bayramlaşmalar ve bildiri dağıtılması gibi etkinliklerle, bu onurlu günün anısının belleklerden silinmesine izin verilmedi...
7 yıllık aradan sonra 1987 yılında sendikalar öncülüğünde bazı milletvekilleri, aydın, sanatçı ve bilim adamları ile birlikte yaklaşık 1000 kişilik bir grup Taksim Anıtı'na 1 Mayıs şehitlerini anmak üzere çelenk bırakmak istediler. Polis sadece milletvekillerinin araçla anıta ulaşmasına izin verdi.
1989 yılında Taksim'de bir araya gelen kitleye saldırıldı. Mehmet Akif Dalcı isimli bir işçi yaşamını yitirdi.
1990’de yine Taksim'e yürümek isteyenlere izin verilmedi. Çıkan çatışmada İTÜ Öğrencisi Gülay Beceren felç oldu.
1996’da 1980 sonrasının en kitlesel mitinglerinden biri gerçekleştirildi. Kadıköy'ü dolduran yaklaşık 150 bin insan toplandı ama yine açılan ateş sonrası 3 kişi yaşamını kaybetti.
2010’da, 32 Yıl aradan sonra yüzbinler tekrar 1 Mayıs Alanı'nı, Taksim Meydanı'nı doldurdular. Büyük bir coşku ve heyecanla 200 bini aşkın katılımcı görkemli bir kutlama gerçekleştirdi. Hükümet müdahalesi olmadığı için hiçbir olay yaşanmadı.
DİSK arşivlerindeki bilgilere göre, 1 Mayıs 1977'deki kutlamalara DİSK'in misafiri olarak çeşitli ülkelerden yabancı sendikacılar da iştirak etmişlerdi. Dünya Sendikalar Federasyonu ve Uluslararası Gıda İşçileri Federasyonu gibi uluslararası sendikal örgütlerin temsilcilerinin yanı sıra Fransa, Yunanistan, Romanya, Lübnan ve Mısır'dan sendikacıların de yer aldığı törenleri, yabancı basın mensupları da izlemişlerdi.
Dönemin DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, kutlamalarda yaptığı konuşmada, uluslararası sendikal hareketin temsilcilerini selamlayarak, ''DİSK'i dünya sendikal hareketinden koparma hesapları yapanların başarısız olacağını'' ifade etmişti.
Filistinli Bardan, 1 Mayıs 1977 kutlamalarına ilişkin izlenimlerini dönemin DİSK yayınlarında şöyle anlatıyor: ''Öylesine coşkulu ve disiplinli geçen bir töreni az yerde gördüm. Ancak ne yazık ki o tür katliamlara çok yerde tanık oldum. Detaylar ve isimler farklı olabilir ama hepsinin arkasındaki eller aynıdır. Olaylar başladığında Kemal Türkler ile birlikte kürsüdeydik. Az ötemizde biri vurularak yere düştü. O kişi ben olabilirdim ya da Türkler olabilirdi. Türkiyeli emekçilerin Filistin davasına yakın ilgi duyduklarını gördük. Aramızdaki ilişkilerin gelişmesi yolunda önemli bir adım oldu. Türkiye işçi sınıfının mücadelesine yakından tanık olmak bizi heyecanlandırdı.''
Dönemin CGT Konfederal Sekreteri Andre Allamy ve Lançon ise 1 Mayıs sonrasında bir hafta Türkiye'de kalarak çeşitli sendikal temaslarda bulunmuştu.
Allamy, Türkler ile yaptığı görüşmelerde, DİSK'in uluslararası alanda daha aktif olması için her türlü desteği vereceklerini bildirmişti.
Ayrıca DİSK ve CGT ortak bir sendikal deklarasyon yayımlamıştı. CGT Konfederal Sekreteri Allamy, 1 Mayıs 1977 kutlamalarıyla ilgili ''O günden sonra '1 Mayıs Alanı' olarak anılacak meydanda 100 binlerce işçi, gençlerin, öğretmenlerin ve aydınların da desteğiyle toplanmıştı. DİSK'in çağrısı ile 1 Mayıs'ı kutlayan halk gücüne alçakça bir saldırı düzenlendi'' ifadelerini kullanmıştı.
Taşeronlaşmanın doruk noktaya taşındığı günümüzde işçilerin ve işçi sendikalarının dayanışma içinde olmaları elbette çok daha önemlidir.
Zihinleri işgal eden soru şu: "1 Mayıs gününü, bazı gruplar provoke ederler mi?"
“Tarih, tekerrürden ibarettir!” derler. Allah korusun, tarih tekerrür eder ve 1977 yılı gibi olaylar yaşanırsa, katliamın boyutu, çok daha büyük olabilir. Gerçi, ibret alınsaydı tarih tekerrür etmezdi ama öyle anlaşılıyor ki, ibret alan pek yok. Allah, bu ülkeyi yeni 1 Mayıs katliamlarından korusun!
1 Mayıs Emek ve dayanışma Gününü kutlarken bir de bu ülkenin işçilerinin TAŞERONLAŞTIRILARAK köleleştirildiklerini anımsamakta yarar var. Böyle bir ortamın yaratıldığını akıllarımızdan çıkarmayalım. Bu açıdan bakıldığında 1 Mayıs’ı İŞÇİ BAYRAMI olarak kutlamak gerçekten trajikomik!
Türkiye’de, bir şeyler ters gidiyor. Büyük sermaye sahipleri ve egemen sınıf güçlenirken ülkenin işçileri taşeronlaştırılarak, köleleştirilmekte!
Sadece işçiler değil, bu ülkenin ezilenleri arasında memurlar ve emekliler de yer almakta. Üst düzey bürokratlar dışında kalan memurların yarısına yakını neredeyse asgari ücret düzeyinde maaş almaktadırlar.
Peki, taşeronlaştırma ne demektir! Taşeronlaştırma demek mal ve hizmet üretiminin bölünerek ana bir firmaya bağlı bir veya birden fazla alt firmalar (yani taşeron firmalar) tarafından yapılması/yaptırılmasıdır. Taşeronlaştırma; aynı iş kolunda çalışan emekçilerin farklı koşullar altında çalıştırılması ve farklı işverenlere bağlı olması anlamına da gelmektedir.
Daha önceki süreçlerde parça-başı üretimle emekçileri bölebilen kapitalizm, bu sistemi modernize ederek taşeronlaştırmayı geliştirdi. Aynı işletmedeki-fabrikadaki vs. işleri işyerini bölmeden bölmeyi keşfetti. Aynı işletmedeki işler bölünerek farklı firmalara ihale edilerek aynı işyerinde (temelde bir yere bağlı olmasına rağmen) birçok patron oluşturuldu. Böylece büyük kapitalist (PATRON) korunurken farklı patronlara bağlı işçiler haklarını kendi patronlarından istemek zorunda bırakıldı. Yani ana patron -büyük kapitalist- muhatap olmaktan çıktı. Büyük kapitalist kendi kadrolu işçilerinin ve taşeron firma sahibinin -küçük patronun- muhatabıydı. Taşeron firmalarda işler her yıl ihale edildiği için taşeron tarafından işe alınan işçilerle yapılan sözleşme bir yılı aşamıyor. Böylesi bir durumda küçük patrona bağlı işçilerin birbirlerini tanıması, birbirlerine güvenmeleri ve örgütlenebilmeleri zorlaştı. Zaten herhangi bir örgütlülüğün baş göstermesi durumunda büyük patron ihaleyi başkasına veriyor. Ya da aynı taşeron başka bir isimle yeni bir firma kuruyor ve ihaleyi tekrar alıyor, bu da zaten büyük patronla danışıklı dövüş şeklinde işliyor.
Taşeronlar çoğu zaman işe aldıkları emekçileri üç aylık deneme süresine tabi tutarak ilk aşamada örgütlenmenin önüne geçmektedirler.
Daha önceleri bir işe girildiğinde, yeni işçiler de o işyerindeki kıdemli emekçilerin o güne kadar kazandıkları hakların tamamına sahip oluyorlardı. Taşeronlaşma ile birlikte kazanılan hakların tamamından yoksun bir şekilde işe başlanmaktadır. Yani daha ilk işe başlama hak gaspıyla olmaktadır.
Taşeronlaşmada ‘Deneme süreleri' adı altında hak gaspına uğranılmakta, örgütlenme, sağlık, çalışma koşulları noktasında da hak gaspları yaşanmaktadır.
Taşeronlaştırmanın bir diğer yansıması ise işçiler arasında bölünme yaratmasıdır. Aynı işyerinde çalışan büyük patronun kadrolu işçileri daha iyi maaş alıp, daha iyi sağlık ve sosyal haklara sahipken, aynı işyerinde çalışan küçük patroncukların -taşeronların- işçileri asgari ücrete talim edip tüm sosyal haklardan yoksun bir şekilde çalıştırılmaktadır.
Bu durumdan kaynaklı olarak işçiler arasında şöyle farklı iki psikoloji gözlemleyebiliriz:
-Büyük patronun işçileri itaatsizlik ederlerse işlerinden olup ya işsiz kalabilirler ya da beğenmedikleri taşeron işçilerden birisi haline gelme korkusu yaşamaktadırlar.
-Küçük patroncukların işçileri ise çalışkan, söyleneni yapan itaatkâr bir işçi olurlarsa belki gıptayla baktıkları kadrolu işçi durumuna gelme umudu taşımaktadır.
İşçiler arasında patronlarca yaratılan yapay ayrılıklar farklı taleplerin öne çıkmasına yol açarken, bu yöntemler işçilerin birlikte hareket etmelerinin önünün büyük oranda ve ustalıkla kesilmesine yardımcı olmaktadır.
İşçi yığınlarının örgütlendikleri sendikalar taşeronlaştırma politikalarına karşı görevlerini yerine getirmediler. İşçileri bir arada tutma, daha iyi çalışma ve daha iyi bir yaşam sunma işlevi olan sendikalar kapitalizmin taşeronlaştırma saldırısı karşısında sınıfta kalmışlardır. 1980’lerden itibaren uygulanmaya başlayan, 1995’ten beri de yasal olarak uygulanan taşeron çalıştırma sistemine karşı ciddî bir direniş hattının örgütlenmemesi düşündürücüdür. Tutarlı-somut-amaçlı bir sendikal mücadelenin ve işçi sınıfının sendikal birliğinin gerçekleştirilemeyişi, devrimci hareketin yeni nitelikler kazanması, yani işçi sınıfının siyasal birliğinin gerçekleştirilmesi sorununu da aleyhte etkilemektedir.
Ancak, var olan koşullarda öncelikle işçiler arasında oluşan yapay bölünmelere rağmen patronlara karşı ortaklaşa mücadele etmemiz gerektiğini anlatmak bizim en temel görevimizdir. Ortak işyerlerinde temelde aynı işverene bağlı olduklarını, kazanılan hakların ortak hak kazanımı olduğunu bilmek gerekmektedir. Ağaçlara bakarken ormanı gözden kaçırmamak gerekir. Kapitalistler farklı görünse de kapitalist sınıf tektir. Hepsi emek sömürüsünden palazlanmaktadır ve işçi sınıfının ortak düşmanıdır. Sınıflar mücadelesinin yüksek olduğu dönemlerde bir fabrikada mücadele sürerken tamamen bağımsız hatta başka bir kentte olan fabrikanın işçileri onların günlük çıkarlarını doğrudan etkilememesine rağmen destek grevleri düzenlerlerdi. Şu anda karşımızda aynı işyerinde birbirlerinden bağımsız hareket eden işçileri görmekteyiz. Ve asli görevimiz “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” anlayışı ile işçi sınıfının bütün bileşenlerinin emek kavgasında yan yana durmasını / durmamızı sağlayacak politikaların üretilmesi gerekmektedir.
1977 yılı 1 Mayıs’ında yaşanan katliamdan sonra bu yıl ve bundan sonra düzenlenecek tüm 1 Mayıs etkinliklerinin, kansız ve olaysız geçmesini dilerken, örgütlenmeleri ve sarı sendikalara geçit vermemeleri dileklerimizle, yine de bütün emekçi kardeşlerimizin günlerini kutluyor, işçi haklarının tüm demokrat ülkelerde yükseldikleri seviyeye gelmesi dileklerimizle yazımızı noktalıyoruz.
Bakmadan Geçme





