KESO'NUN KESELERİ!!!

Siirt'çe meşhur bir deyimdir.Har vurup harman savururcasına yapılan harcamaları anlatmak için (MIN KİS KESO!) denilir.

Siirt'çe meşhur bir deyimdir. Har vurup harman savururcasına yapılan harcamaları anlatmak için

(MIN

KİS KESO!)

denilir. Bunun Türkçeye tercümesini

(KESO'NUN KESESİNDEN)

olarak açıklayabiliriz. Peki, bu deyimin kullanılmasının gerekçesi neydi!

Öyle anlatılır ki, çok eski yıllarda Siirt'te derebeyi konumunda olan iyi yürekli gönlü zengin bir ağa varmış. Bu iyi yürekli ağa (ağaların iyi yüreklisi çok ender olur ya) Cuma günleri namazdan sonra çarşı Pazar dolaşır, fakir fukaraya yardım dağıtırmış. Bunun için evden çıkmadan önce pembe, yeşil ve sarı keseler hazırlatır, pembelerin içine 100, yeşillerin içine 50 ve sarı renklilerin içine de 25 akçe koyarmış. Beraberinde dolaşan adamına da keseleri verir, yardıma muhtaç birini gördüğü zaman (Bir pembe kese ver) ya da (bir yeşil kese ver) veya bir (sarı kese ver) dermiş. İşte, derebeyinin, para keselerini taşıyan ve dağıtan şahıs yaptığı bu işinden dolayı

(KESO)

adı ile anılırmış. Bu olaydan dolayı, bol para harcayan kimselere (her halde Keso'dan para geldi) anlamında

(MİN KİS

KESO)

denilirmiş. Bunun bir anlamı da,

(HAVADAN GELEN PARA!)

olarak algılanabilir…

Rıza Sarraf'ın dağıttığı söylenen paraları düşününce

(MİN KES KESO)

deyimi zihnimde çağrışım yaptı. Onun da kimine kırmızı, kimine yeşil, kimine sarı keseler içinde paralar dağıttığı söyleniyor. Ancak, keseleri ihtiyaca göre değil, kişilerin devlet içindeki güçlerine göre ayarlamış olacak. Söylediğine göre Ekonomi eski Bakanı Zafer Çağlayan'a pembe kese içinde 50 milyon Euro verirken, Halk Bankası eski Genel Müdürü Süleyman Arslan'a sarı kese içinde sadece 2 milyon Euro'cuk düşmüş…

(Gerekirse önüne yatarım) diyerek kendisine sahiplenen İçişleri eski Bakanı Muammer Güler'e de düşmüşse, herhalde bir yeşil kese düşmüş olacak…

KESO'NUN KESELERİNE HASRET KALDIK. Ah! Bize de bir veren çıksa! Varsın KAHVERENGİ KESE içinde olsundu…

YA ACELESİ OLMASAYMIŞ!

Siirt'in örf ve adetleri arasında ölüler için ilk üç gün düzenlenen helete ve ziyaretler vardır. Daha önce ölenlerin evlerinde veya camilerde icra edilen ziyaretlerde gelenler, ölülerin ruhları için Fatiha'yı şerife okurlar. Hafızlar ise, kendilerine ayrılan köşede, sırayla Kur'an-ı Kerimden süreler okuyarak, ölülerin ruhlarına ithaf ederler. Bu gibi durumlarda, hafızların mümkün mertebe kısa süreler okumaları esastır.

Bir zenginin taziyesinde haliyle çok kalabalık bir ziyaretçi kitlesi yanında, çok sayıda hafız da Kur'an-ı kerim okumak için sıraya girmişlerken, taziye evine yeni giren uyanık bir hafız, diğer hafızlara:

-Benim çok acil işim var. Müsaade ederseniz, önce ben okuyayım da, gideyim!

Ricasında bulunmuş. Diğer hafızlar da ses çıkarmamışlar. Ama, bir de ne görsünler,

(çok acele işim var)

diyerek öncelikli okuma müsaadesi verilen hafız Yasin-i Şerifi okumaya başlamamış mı!

Hafızın uyanıklığına yanan hafızlardan biri dayanamayarak söylenmiş:

-(Çok acelem var) dedin, Yasin-i şerif okumaya başladın. Acelen olmasaydı, hatm-i şerif indirirdin herhalde!

Bakmadan Geçme