Prof. Dr. Süleyman Çelik'in Kaleminden:Hep Önümüze Konulanı mı Yiyeceğiz?
Ekrem İmamoğlu 'na yazdığım açık mektup, Atatürkçü olduğunu öne süren bazı dostları üzmüş, hatta kızdırmış!..
Ekrem İmamoğlu
'na yazdığım açık mektup,
Atatürkçü
olduğunu öne süren bazı dostları üzmüş, hatta kızdırmış!..
Oysa ben Atatürk'ün bir önerisini anımsatmak istemiştim!..
Atatürk
Nutuk
'ta der ki 'Efendiler, sırası gelmişken, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasınlar!'
***
Adalet Partisi (AP
), 27 Mayıs'tan sonra kapatılan DP'nin ardılı olarak kurulmuş, başına da askerlere karşı kalkan olarak kullanmak üzere bir emekli orgenerali, Ragıp Gümüşpala'yı getirmişlerdi.
1961
Anayasası kabul edildikten sonra yapılan seçimde hiçbir parti tek başına iktidar olabilecek oy alamamış, birinci parti olarak çıkan CHP ile ikinci parti AP, askerlerin de baskısıyla, İsmet Paşa Başkanlığında koalisyon hükümeti kurmuşlardı.
Fakat AP'liler sürekli
27 Mayıs karşıtlığı
yapıyor ve Kayseri Cezaevinde yatmakta olan DP'lilerin affedilmelerini istiyorlardı.
Buna karşılık kendimizi 27 Mayıs'ın öncüleri olarak gören, biz üniversiteli
gençler
de sık sık Kızılay'da AP karşıtı gösteri yapıyor, bu arada bugünkü Soysal Pasajının yerinde bulunan 3 katlı küçük binadaki AP Genel Merkezi'ne, bazı arkadaşlar arada bir taş atıp camının kırılmasına neden oluyordu!..
Gümüşpala 1964 yılında ölünce, partinin başına, Genel Başkan Yardımcısı, 'Koca Reis' denilen
Saadettin Bilgiç
'in geçeceği düşünülüyordu. Ama basında birden, o zamana kadar adı pek duyulmamış olan
Süleyman Demirel
'den söz edilmeye başlandı.
Basından öğrendiğimize göre, meğer Demirel parti yönetimindeymiş. Ama biz gençlerin yaptığı yürüyüşlerden korkmuş ve şapkasını alıp çıkarak, temsilcisi olduğu Amerikan
Morrison
firmasındaki işine dönmüş (bu nedenle sonra ona Morrison Süleyman demeye başladık).
Partide genel başkanlık yarışının kızıştığı sırada, Demirel birden cebinden bir fotoğraf çıkardı. Fotoğrafta Demirel,
Amerikan Başkanı Johnson
'la birlikte görülüyordu. 1962 yılında, Rockfeller bursuyla gittiği Amerika'da çekilmişti. O zaman Başkan Yardımcısı olan Johnson, Kennedy öldürülünce Başkan olmuştu.
Bu fotoğraf ortaya çıkınca muhalif muvafık tüm
basın
(bir tek Doğan Avcıoğlu'nun çıkardığı YÖN dergisi hariç)
Demirelci
oldu. Çünkü bunlar, bugün olduğu gibi o zaman da basını kontrolleri altında tutuyorlardı.
Sonunda Demirel, Koca Reis'i yenip AP Genel Başkanı oldu. Oysa daha birkaç ay önce, Kıbrıs'ta Rumların Türkleri katletmesine karşı, Ada'ya çıkarma yapmak isteyen Başbakan İsmet Paşa'ya, aynı
Johnson
Türk ulusu için onur kırıcı ağır bir
mektup
yazarak çıkarma yapılmasını engellemişti.
Bunun üzerine İsmet Paşa, 'o zaman yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de orada yerini alır' diyerek, 'sizin hegemonyanızdan çıkabiliriz' gibi bir laf edince, ipini çektiler ve iktidardan düşürdüler. Demirel, milletvekili olmadığı için Başbakan olamadı. Fakat Başbakan Yardımcısı oldu. Bir yıl sonra yapılan seçimlerde de tek başına iktidar oldu ve böylece
'Devr-i Süleyman
' başladı!..
***
12 Eylül sonrasında gidilen
83 seçimleri
nde de aynı şeyi yaşadık. Amerika'nın 'Bizim Oğlanlar' dediği kudretli generaller, '
majestelerinin iktidarı ile majestelerinin muhalefeti
' benzeri iki partili bir sistem kurmak istiyor ve güvenilir adamlarına kurdurdukları iki partinin dışındakilere izin vermiyorlardı. Öyle ki
İsmet Paşa'nın oğlu
nu ve bir
emekli orgeneral
i bile veto ettiler. Fakat Amerika'dan dönen
Turgut Özal
partisini kurdu ve buna
dokunamadılar!
..
Gene basının da desteği ile seçimin sonucu Amerika'nın istediği gibi oldu ve
Özal devri
başladı…
***
AKP
'nin iktidara gelişi iyice şeffaf oldu. Daha 1996'da
CIA
'ya bağlı bir düşünce kuruluşu (think tank) olan
Rand Corporation
, yazdığı bir raporda 'Tayyip Erdoğan Başbakan, Abdullah Gül Dışişleri Bakanı olacak' dedi ve dedikleri oldu!..
***
Sonuç olarak bugüne kadar hep
emperyalistlerin önümüze koyduğu
nu yedik. Bunun nedeni Atatürk'ün önerisini yerine getirmemiş olmamız…
Öyle görülüyor ki yemeye devam edeceğiz!..
İyi de yaşadıklarımızın asıl sorumluları önümüze konulanlar mı, onları önümüze koyanlar mı?..
Örneğin, fabrikalarımızı ve Cumhuriyetin diğer kazanımlarını kim kapattırdı ya da sattırdı?..
Tarımda kendi kendine yeten 7 ülkeden biri iken bugün neden saman ithal eder olduk?
Yüzyıllardır tütün ihracatçısı iken, bir marka olmuş 'Türk Tütünü' bugün neden yok oldu?..
Şeker pancarı yerine, Amerikan firması Cargill'in mısır nişastası şurubundan şeker elde etmemizi kim dayattı?..
Tüm bunlar küresel emperyalistlerin dayattığı neoliberalizmin sonucu değil mi?
Hatta eğitimin dinselleştirilmesi bir parti politikası mı, emperyalist bir politika mı?..
Eğitimin dinselleşmesinin 1948'de Marshall Anlaşmasıyla başladığını, yoksa unuttunuz mu?..
Graham Fuller ve Samuel Huntington gibi CIA bağlantılı yazarlar, Türkçe'ye de çevrilmiş kitaplarında bunu açıkça yazmıyorlar mı?
Son olarak, 'aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar bekleyenler' için
Einstein
'ın ne dediğini biliyor musunuz!?