Prof.Dr.Ümit Yazıcıoğlu'nun Kaleminden: Suriye'de Değişen Dengeler, Türkiye ve Rusya'nın Stratejik Çabaları
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında gerçekleşen bugünkü telefon görüşmesi, Suriye meselesine dair uluslararası arenada önemli bir dönüm noktasını işaret etmektedir.Bu görüşme, yalnızca iki ülke arasındaki ek
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında gerçekleşen bugünkü telefon görüşmesi, Suriye meselesine dair uluslararası arenada önemli bir dönüm noktasını işaret etmektedir. Bu görüşme, yalnızca iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin derinleştirilmesine yönelik adımların atılmasını değil, aynı zamanda bölgesel istikrarı sağlamak amacıyla atılacak ortak adımları da gündeme getirmiştir. Suriye'deki mevcut durumun karmaşıklığı ve çözüm arayışlarının çok boyutluluğu, bu görüşmenin içeriğini şekillendiren başlıca unsurlar olmuştur.
Türkiye'nin Çifte Hedefi: Toprak Bütünlüğü ve Adil Çözüm
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin Suriye'nin toprak bütünlüğüne olan bağlılığını vurgulamış ve bu yaklaşımı yalnızca askeri bir perspektiften değil, diplomatik bir çaba olarak da değerlendirilmiştir. Türkiye'nin Suriye'deki stratejik çıkarlarını koruma isteği, aynı zamanda uluslararası alanda diplomatik çözüm arayışlarını da içermektedir. Erdoğan'ın 'sorunun adil bir şekilde çözülmesi' gerektiği ifadesi, Türkiye'nin Suriye rejimiyle bir çözüm süreci başlatmayı hedeflediğini ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım, hem sivillerin zarar görmemesini hem de insani trajedilerin önlenmesini amaçlayan bir stratejiyle uyumludur.
Rusya'nın Tutumu: Terörle Mücadele ve İstikrar Arayışı
Rusya'nın Suriye'ye yönelik stratejisi, terörist gruplara karşı sert bir duruş sergilemek ve bölgedeki istikrarı sağlamak üzerine kuruludur. Kremlin'in açıklamaları, Rusya'nın Esad rejimini destekleyerek anayasal düzenin yeniden tesis edilmesine yönelik tavrını pekiştirdiğini göstermektedir. Bu bağlamda, Türkiye ile Rusya arasındaki iş birliği, bölgesel dengeyi sağlamak adına büyük bir öneme sahiptir. Ayrıca, özellikle enerji ve ticaret alanındaki iş birliklerinin, Suriye bağlamında geliştirilecek ortak politikaların temellerini atması beklenmektedir.
Astana Formatının Yeniden Canlanması
Suriye'deki çözüm sürecinde Astana formatının yeniden vurgulanması, Türkiye, Rusya ve İran arasında iş birliğine dayalı bir çözüm modelinin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Ancak, İran Dışişleri Bakanı Abbas Araqchi'nin açıklamaları, bölgedeki jeopolitik dinamiklerin ne kadar karmaşık olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Araqchi'nin, İsrail'in Lübnan'daki yenilgisi sonrası terörist faaliyetlerin artmasını 'ABD'nin bir planı' olarak nitelendirmesi, Ortadoğu'daki büyük güçler arasındaki çıkar çatışmalarını derinleştirmekte ve bu durum, sadece Suriye'de değil, bölgedeki diğer çatışmaların seyri üzerinde de belirleyici bir etkiye sahiptir.
Uluslararası Toplum ve Çatışmaların Seyri
Suriye krizinin çözümü, daha geniş bir uluslararası iş birliğini gerektiren bir sorundur. ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi Batılı güçlerin gerilimi düşürme çağrıları, uluslararası toplumun bu meseleye ne denli büyük bir önem verdiğini göstermektedir. Ancak Halep ve İdlib'deki terör saldırılarının Suriye ordusu tarafından geri püskürtülmesi, sahadaki çatışmaların şiddetinin azalmadığını ve çözümün henüz mümkün olmadığını göstermektedir. Bu durum, hem diplomasi hem de askeri müdahalelerle çözüm arayışlarının devam edeceği bir sürecin varlığını işaret etmektedir.
Türkiye'nin Stratejik Avantajları ve Riskleri
Suriye'deki gelişmeler, bölgedeki güç dengelerini önemli ölçüde değiştirme potansiyeline sahiptir. Özellikle Esad rejiminin zayıflaması, Türkiye'yi stratejik olarak daha avantajlı bir konumda bırakmakta, ancak aynı zamanda büyük riskler de barındırmaktadır. Türkiye, İran'ın Suriye'deki etkisinin azaldığı bir ortamda bu boşluğu doldurmak adına aktif bir rol üstlenmektedir. Fakat, bu adımlar, cihatçı grupların ilerleyişiyle birlikte yeni bir istikrarsızlık yaratabilir ve Türkiye'yi daha fazla güvenlik sorunu ile karşı karşıya bırakabilir. Türkiye'nin stratejisi, sadece bölgesel dengeyi sağlamak değil, aynı zamanda Suriyeli mültecilerin güvenli bir şekilde geri dönüşünü sağlamak ve Kürtlerin özerklik taleplerini engellemektir. Ancak bu hedeflere ulaşmak, Suriye içindeki güç dengelerini değiştirmek ve Esad rejimi ile müzakerelere girmek gibi karmaşık stratejik adımlar gerektirmektedir.
Bölgesel Güçler Arasında Stratejik Çatışmalar
Suriye'deki güç mücadelesi, yalnızca Türkiye için değil, tüm bölge için büyük belirsizlikler yaratmaktadır. Türkiye, bölgedeki nüfuzunu artırma çabalarına devam ederken, savaşın yeniden alevlenmesi yeni mülteci akınlarını tetikleyebilir. Bu durum, yalnızca Türkiye için değil, Avrupa ve diğer bölge ülkeleri için de önemli sonuçlar doğurabilir. Avrupa, yeni bir kitlesel göç dalgasına hazırlıklı olmamakla birlikte, Türkiye'nin bu süreci nasıl yöneteceği de büyük bir soru işareti oluşturmuştur.
Suriye iç savaşının başlangıcından bu yana, bölgedeki etnik ve siyasi yapılar hızla değişmiş ve bu durum, özellikle Kürtler için önemli fırsatlar ve zorluklar yaratmıştır. Suriye'nin kuzeyinde güç kazanan Kürt gruplar, hem askeri hem de idari alanda bağımsızlık yolunda ilerlemekte, aynı zamanda uluslararası arenada daha görünür hale gelmektedirler.
YPG
ve
SDG
gibi gruplar, Suriye'nin kuzeyindeki topraklarda kendi yönetimlerini kurarak, bölgedeki denklemleri yeniden şekillendirmektedirler. Bu gelişmeler, Kürtlerin
bağımsızlık
ve
özerklik
taleplerini güçlendirmiş, uluslararası toplumda tartışmalara yol açmıştır. Bu yazı, Suriye Kürtleri'nin uluslararası alanda de facto bir devlet kurma sürecinin olasılıklarını ve bu sürecin bölgesel ve küresel etkilerini ele alacaktır.
Suriye Kürtlerinin geleçegi
Suriye'deki iç savaş, Kürtler için hem zorlukları hem de fırsatları beraberinde getirmiştir. Özellikle
YPG (Halk Savunma Birlikleri)
ve
SDG (Suriye Demokratik Güçleri)
gibi Kürt grupları, Suriye'nin kuzeyinde önemli bir kontrol alanı elde etmiş ve kendi idari yapılarıyla bağımsız bir yönetim sergilemişlerdir. Bu gelişmeler,
Kürtlerin bölgedeki etnik ve siyasi kimliklerini pekiştirmiş
, uluslararası alanda daha fazla dikkat çekmelerine yol açmıştır.
Kürtler,
Suriye'nin kuzeyinde özerklik ve bağımsızlık
taleplerini daha güçlü bir şekilde dile getirmeye başlamış ve bölgedeki askeri başarıları,
ABD ve Batılı ülkelerle olan işbirliklerini
pekiştirmiştir. Ancak, bu süreç aynı zamanda
Türkiye'nin güvenlik kaygıları
ve
bölgedeki PKK etkisi
gibi dış faktörlerle şekillenmiştir.
Türkiye'nin, Suriye Kürtlerinin özerklik taleplerine karşı duruşu
, bölgedeki çatışmaların dinamiklerini derinleştirmiştir.
Bu bağlamda, Suriye Kürtleri'nin
de facto bir devlet kurma süreci
, sadece
askeri ve idari başarılarla
değil, aynı zamanda uluslararası diplomatik tanınma arayışıyla da şekillenebilir. Kürtler, özellikle
uluslararası desteği
arayarak,
Suriye'nin kuzeyinde bağımsızlık yolunda
daha fazla adım atmayı hedefleyebilirler. Bu süreç,
Rusya ve ABD'nin tutumu
ve
bölgesel güçlerin
stratejik tercihlerine bağlı olarak daha da karmaşıklaşabilir.
Sonuç: Zorlu Bir Denklemin Parçaları
Sonuç olarak,
Suriye Kürtleri'nin uluslararası arenada devlet kurma süreci
,
Suriye içindeki güç dinamikleri
,
uluslararası politikalar
ve
bölgesel ittifaklar
tarafından şekillenecek kritik bir gelişim olacaktır.
Suriye'deki durum, bölgedeki büyük güçlerin çıkar çatışmalarının ve yerel aktörlerin stratejik hesaplarının bir araya geldiği karmaşık bir denklemdir. Türkiye ve Rusya'nın iş birliğini sürdürmesi, bölgedeki tansiyonun düşürülmesi ve kalıcı bir barışın sağlanması adına büyük bir fırsat sunmaktadır. Ancak, uluslararası aktörlerin çelişkili politikaları ve sahadaki dinamiklerin karmaşıklığı, bu hedeflere ulaşmayı zorlaştırmaktadır. Astana formatı gibi bölgesel iş birliği yapıları, çözüm sürecine katkı sunabilirken, uluslararası toplumun sürece daha etkin şekilde katılması gerektiği aşikardır. Diplomasi, askeri adımlardan çok daha kalıcı ve insani bir çözüm yolu olarak, Suriye'deki barışın tesis edilmesinde belirleyici bir rol oynayacaktır.