DEMOKRASİ VE AŞİRETLER!
Ağalığın, aşiretliğin, müteşeyyiğliğin olduğu yerde, hiçbir zaman için gerçek demokrasiden bahsedilemez.! Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK çok büyük bir öngörüyle, bu gibi yapılanmalara karşı açık tavır almış, bulundukları
Ağalığın, aşiretliğin, müteşeyyiğliğin olduğu yerde, hiçbir zaman için gerçek demokrasiden bahsedilemez.! Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal
ATATÜRK
çok büyük bir öngörüyle, bu gibi yapılanmalara karşı açık tavır almış, bulundukları bölgelerin halkı üzerinde hegemonya kurmuş bulunan bu gibi yapılanmaların etkilerini kırmak için o zamanki temsilcilerini kendi bölgelerinin dışında ikamete tabi tutmuştu. İlk bakışta bir nevi
SÜRGÜN
gibi görünen bu durumun, gerçekte ne kadar isabetli olduğu tartışmasızdır.
Ancak, bölge dışına çıkarılan bu gibi sınıf-ı mütegallibenin, hegemonyaları daha kırılmadan demokrasi adına(!) tekrar bölgelerine geri dönmelerine müsaade edildi! Bölgemiz de (eski tas, eski hamam)a döndü!
Yakın tarihimizi dikkatlice tetkik ediniz. Bölgemiz illerinden seçilen milletvekillerinin, belediye başkanlarının, hatta il genel meclisi ve belediye meclisi üyelerinin genelde ağazade, şeyhzade veya aşiretlerin ileri gelenleri olduklarını göreceksiniz. Bu demektir ki bölgemizde hala ağaların, aşiretlerin ve müteşeyyihlerin boruları ötmektedir. İşte, demokrasinin kırılma noktası budur!
Bölgemizin en etkili siyasi partileri konumunda olan AKP ve HDP’nin de seçtirdikleri milletvekillerinin ve belediye başkanlarının kökenlerini araştırın, yüzde doksan ağaların, aşiret reislerinin veya müteşeyyihlerin kökeninden geldiklerini göreceksiniz.
Bölge halkının, kendi hür iradesiyle bir seçim yaptığını iddia etmek saflık olur. Bölgemizde, özellikle kırsal kesimlerde ağaların, aşiret liderlerinin ve müteşeyyihlerin bir sınıf-ı mütegallibe gibi davrandıkları ve sindirilmiş olan bölge halkının bunu kabullendiği gerçeği ortada!
Evet, Türkiye için olmazsa bile, Bölgemiz için korkulan budur. Türkiye’nin federasyonlara bölüneceği iddiaları var. Böyle bir durum gerçekleşirse, Bölgemizin de bir eyalet olacağı varsayımından hareket ederek diyoruz ki, Bölgemizde yeniden ağaların, aşiret liderlerinin ve müteşeyyihlerin emrinde yaşamaktansa, şahsım olarak bugünkü şekliyle yine Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşı durumunda yaşamayı bin kere daha yeğ tutarım!
“EKMEKLE BERABER, PEYNİR!”
Siirtli Molla bir köye gidecekmiş. Gideceği köy yolu, bir başka köyden geçiyormuş. Köyün girişinde, mis gibi tandır ekmeğinin kokusunu almış. Bir köylü kadın, tandırda ekmek pişiriyor ve pişmiş ekmekleri leğenin içine istifliyormuş.
Zaten acıkmış olan Hoca, mis gibi ekmeğin kokusunu da alınca, daha bir acıkmış. Amma, kadından da ekmek istemeğe utanıyormuş. Bunun için aklına bir cinlik gelmiş. Ekmek pişiren kadının tam hizasına gelince:
-Zıkkım olsun, ekmeğimi yedin, beni aç bıraktın, ha!
diyerek eşeğini dövmeğe başlamış.
Hocanın yüksek sesle konuşmasını duyan kadın hemen yetişmiş:
-Eşeği neden dövüyorsun?
diye sormuş.
Hoca da:
-
Sorma Teyze, yemek yiyeyim diye ekmeğimi ağacın altına koymuştum. Elimi, yüzümü yıkayıp geri dönünceye kadar bir de ne göreyim, eşek, ekmeğimi yememiş mi!
Kadıncağız:
-Oğlum, istediğin ekmek olsun. Bak, sımsıcak ekmek tandırda pişiyor. Eşeğini döveceğine benden ekmek isteseydin ya!
demiş.
Bunun üzerine uyanık Hoca:
-Teyze, biliyorum ki senden ekmek istesem elbette bir değil, birkaç ekmek vereceksin. Hatta “kuru ekmek yalnız gitmez” diyerek, gidip evden peynir bile getireceksin! Amma, ben sana nasıl “ekmeğimi eşek yedi, çok acım” diyeyim ki! Bunu söylemekten elbette utanırım.
Uyanık Hoca’nın bu sözleri üzerine, kadıncağız:
-Hele sen bir dur, gidip evden de peynir getireyim!
demiş.
Eve gidip peynir de getirdikten sonra, üç-beş tandır ekmeğiyle beraber vermiş.
Bakmadan Geçme





