FBI SENARYOSUNUN FİGÜRANLARI!
Rıza Sarraf davası olarak başlayan ve Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla davasına dönüştürülen mahkeme süreci devam ediyor.Duruşmaların bir senaryo olduğu, senaryonun CİA ve FBI tarafından yazıldığı da artık ortaya çıkmıştır.
Rıza Sarraf davası olarak başlayan ve Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla davasına dönüştürülen mahkeme süreci devam ediyor. Duruşmaların bir senaryo olduğu, senaryonun CİA ve FBI tarafından yazıldığı da artık ortaya çıkmıştır. Bunda bir şüphe yoktur.
Ama kabul etmek gerekir ki, Türkiye’den de bu senaryoda figüran olarak yer almış oyuncular vardır. Büyük resmi görmeden, küçük resme takılan bu figüranlar yüzünden, Türkiye adeta bir çıkmaz sokağa sokulmuştur.
Evet, adı artık “ABD, Mehmet Hakan Atilla’ya karşı) davasına dönüşen
istanbul escort
mahkemenin bir senaryo olduğu, Türkiye Cumhuriyetini ekonomik açıdan mahkûm etmeye ve bazı siyaset erbabını ekarte etmeye yönelik kurgulandığı gerçeği ortadadır. Bunu kabul etmekle beraber, kimi siyasilerin ve üst düzey bürokratların menfaat karşılığı bu senaryoda figüran olarak rol aldıkları da inkâr edilemez. İşte, Türkiye bu figüranlar yüzünden çıkmaz sokağa girmiştir.
Bu komploya bilmeyerek katkı sağlayan siyasiler ve üst düzey bürokratlar olduğu ortaya çıkarsa hiç şaşırmayalım. Rıza Sarraf’ın işlerini yürütmek ve ABD ambargosunu delmek için düşük karakterli siyasilerle, üst düzey bürokratlara, hatta daha sonra FETÖCÜ oldukları ortaya çıkan hâkim ve savcılara rüşvetler verdiği, ayakkabı kutularında, çikolata tepsilerinde dolarlar gönderdiği 17/25 Aralık kumpaslarıyla ortaya çıkarken, bu işlerin üzerine bir şal örtülmeseydi, durum çok farklı olabilirdi.
FBI ve ABD’nin diğer istihbarat örgütlerinin ta baştan beri yapılanları izledikleri ve zamanı geldiğinde kullanmak üzere deliller topladıkları ortaya çıkmıştır. 17/25 Aralık’ta ortaya saçılan ses kayıtlarının basit bir bilgi toplama işi olmadığı ortadadır. Onca delilleri toplamak, ancak çok geniş ve donanımlı bir istihbarat örgütünün işi olabilirdi. Bu örgütün CİA ve FBI oldukları artık kesinlik kazanmıştır.
Evet, 17/25 Aralık’ta ortaya saçılan durum bir komploydu. Ancak, bu komplonun gerçekleşmesinde ihtiras sahibi siyasilerle, üst düzey bürokratların bilmeyerek figüran rollerini üstlendikleri gerçeğini de görmezden gelemeyiz. Durum ortaya çıktığı ve ayakkabı kutularında dolarlar ortaya saçıldığı zaman Rıza Sarraf’ı ve rüşvetlerle semirttiği siyasilerle, üst düzey bürokratları mahkemeye verseydik bugün Türkiye’nin yargılandığı bir davanın içine düşürülmüş olmazdık.
Yazık Türkiye’ye, hem çok yazık!
“HISEP-IL AKULE!” VEYA MÜNKER-NEKİR’E HESAP!
Aşağıda nakledeceğimiz anekdot, Siirtli hemşerilerimize ait hayâli bir anekdot olmakla birlikte, haram malın, öldükten sonra sahibine vereceği büyük sıkıntıya işaret etmek açısından önemlidir. İşte, haram mal edinenlerin nasıl sorgulanacaklarının vurgusunu yapan yüzde yüz Siirtlilerin malı bir anekdot:
Zengin bir Siirtli, öleceğine yakın çocuklarına sıkı sıkıya:
-Size vasiyetim, öldüğümde ilk gece mezarımda benim yanımda birini yatırmanızdır. Ne kadar para verirseniz verin, amma, muhakkak, ilk gece yanımda bir olsun. Ben, ilk günün dehşetinden çok korkuyorum! Yoksa, size hakkımı helâl etmem!
diye vasiyette bulunmuş. Çocukları da, babalarına verdikleri sözü yerine getirmek için, mezarda ilk gece yanında yatacak birini ayarlamışlar. İşi hamallık olan fakir amma gerçekten cesur Siirtli, verilen yüksek ücret karşılığında bir gece için mezarda ölünün yanında yatmayı kabul etmiş!
Geceyi, zengin ölünün yanında mezarda geçiren hamal, sözleştikleri gibi, sabah namazında mezardan çıkarak, Camiye gitmiş ve ölünün çocukları ile görüşmüş. Ölünün çocukları, büyük bir merak içinde, gece korkup, korkmadığını, ne olup bittiğini sormuşlar. Adam, cevap vermiş:
-Babanızın yanında mezarda yatarken ve yarı uyur, yarı uyanık bir haldeyken MÜNKER-NEKİR (Sorgu Melekleri) geldiler. Kendi aralarında konuştular. Biri diğerine “önce ölüyü mü sorgulayalım, diriyi mi?” dedi. Diğeri cevap verdi. ‘Önce diriyi sorgulayalım. Ölü, nasıl olsa artık, elimizin altında. Kaçışı, kurtuluşu yok!” Sonra, bana ne iş yaptığımı sordular. “Hamal” olduğumu söyledim. Yüklerimi taşırken, düşmesinler diye bağladığım urganımı nasıl aldığımı, ödediğim paranın helâl mi, haram mı olduğunu sordular. Anlattım. “Peki, urganının başına koyduğun AKULE’Yİ (ağaç sapan) nerden aldın?” dediler. Bir bağdan geçerken, ağacın bir dalını, sapan olmaya uygun bularak kopardığımı söyledim. Bu defa bana: “Peki, bağın sahibinden müsaade aldın mı veya kopardıktan sonra olsun bağ sahibiyle helâlleştin mi? Diye sorular yönettiler. Sizin anlayacağınız, sabaha kadar AKULE’NİN (Geçmiş yıllarda, hamallık yapanların, yüklerini bağladıkları urganlara, attıkları düğümün kaymasını ve açılmasını önlemek için ucuna taktıkları ağaçtan çatal sapan) hesabını vermekle meşguldüm ve bir türlü hesabını veremedim. Artık, babanız bunca malının mülkünün hesabını nasıl verecek. Onu bilemem!
Bakmadan Geçme





