- Haberler
- FİRAVUNLAR, ŞEDDATLAR VEYA MODERN ADLARIYLA DİKTATÖRLER!!!
FİRAVUNLAR, ŞEDDATLAR VEYA MODERN ADLARIYLA DİKTATÖRLER!!!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kendisi için kullanılan (DİKTATÖR) deyiminden oldukça rahatsız.Yaptığı konuşmalarda bu konuyu defalarca dile getirdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kendisi için kullanılan
(DİKTATÖR)
deyiminden oldukça rahatsız. Yaptığı konuşmalarda bu konuyu defalarca dile getirdi.
(Kenan Evren’e bile ‘diktatör’ demeye korkanlar, benim için ‘diktatör’ diyorlar)
diyerek sitem bile etti. 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın duruşunu, yeri ve zamanı geldiğinde tarih değerlendirecektir. Bunun için, biz bu konuyu es geçerek
DİKTATÖR
deyiminin ne anlama geldiğine ve nasıl diktatör olunduğuna bakalım.
Diktatörler, elbette kendi kendilerine varolmazlar. Onları, ülkelerdeki halklar yaratırlar. Toplumlar, zaman içinde kendi içlerinden çıkan bazı liderlere aşarı derecede hayranlık duymağa başlayabilirler. Hak etmedikleri kadar büyük olan bu sevgi karşısında şımaran ve kendilerinde gerçekten insanüstü meziyetler olduğuna inanmağa başlayan bu tip liderler, zaman içinde ölçüyü kaçırarak, işi zorbalığa çevirebilirler.
Kendilerini sorumsuz, dediğim dedik kabul etmeğe başlarlar. Kendilerini seçenleri
KURU
KALABALIK
olarak görür, küçümserler. İşte, tehlike çanlarının çaldığı anlar, o anlardır.
Mesela Libya Lideri Muammer Kaddafi’yi ele alalım. Kaddafi, Libya’nın başına geçtiğinde 28 yaşında bir yüzbaşıydı. Libya o zamanlar Krallıkla idare ediliyordu. Amerika’nın, İngilizlerin petrol şirketleri Libya’yı talan ediyorlardı. Fakir Libya halkı bir kurtarıcı arıyordu ve öyle bir kurtarıcıya adeta susamış gibiydi. Kaddafi ve arkadaşları darbe yaparak Kral İdris’i devirdiler. Kendi kendisini Yüzbaşılıktan Albaylığa terfi ettiren Kaddafi Devlet Başkanı oldu. Başlangıçta, petrol zenginliklerini halkıyla paylaştı. Bunun için Libya halkı tarafından çok sevildi. Ama halkın bu aşırı sevgisi Kaddafi’yi şaşırttı, şımarttı! Kendisini vazgeçilmez zannetmeğe başladı. Kaddafi’nin sonu ortada!
Aynı hikâyelerin benzerleri, Saddam döneminin Irak’ında, Mısır’da, Suriye’de yaşandı. Hitler ve Musolini de, kudretli dönemlerinde halklarının sevgilileri ve vazgeçilmezleri gibiydiler. Ancak görüldüğü gibi halkların sevgilisi olduktan sonra, aynı halkların nefretlerini çekmek de var.
İbret gözüyle bakılsa, tarih tekerrür etmez, kimseler diktatör olmağa heveslenmezlerdi.
Evet, bu bir gerçektir ki toplumlar, diktatörlerini, kendileri yaratırlar. Tarihte, kitlelerin aşırı sevgileri yüzünden gurura kapılarak şımaran, kendilerinde insanüstü özellikler vehmederek diktatörlüğe sapan birçok devlet adamları gelip geçmiştir. Ancak, diktatörlerin sonu genelde feci olmuştur.
Peki, diktatörlüğün özelliği nedir. Diktatör, kendi düşüncesinden başka düşünceye hayat hakkı tanımayan bunun için de devletin gücünü kendi otoritesine göre yönlendiren kişidir. Medyayı susturan, iş adamlarını sindiren, büyük çaplı gösterileri, şiddet kullanarak dağıtan zihniyetin sahibi yöneticiler, elbette birer diktatördürler. Kendilerini eleştiren gazeteleri sık-sık vergi memurlarıyla denetleten, cezalar kestirerek hizaya getirmeyi amaçlayan, hakaret davaları açarak ürküten zihniyetin sahipleri de birer diktatördür.
Diktatörler seçimle iş başına gelseler bile, halkı
(kendilerinden olanlar
ve
olmayanlar)
diye ayırır, kendilerinden olanlara her türlü nimeti ve imkânı bağışlarken, kendilerinden olmayanları da dışlarlar.
Diktatörlerden,
Tanrı adına hareket ettiklerini
iddia edenler de olmuştur. Bu tip diktatörlerin birer paranoyak olduklarına özellikle vurgu yapılım. Stalin, Lenin, Miloseviç, Mussolini, Adolf Hitler insanlık tarihinin en dengesiz ve en acımasız diktatörleri arasında yer alırlar. Diktatörler, halklarına kendilerinin insanüstü birer varlık olduklarına inandırmaya çalışırlar ve maalesef buna inananlar hep olmuştur. Gerçekte, diktatörler hasta ruhlu insanlardır.
Asrımızın diktatörleri arasında Nasır’ı, Saddam’ı, Kaddafi’yi, Malik’i, Esad’ı sayabiliriz. Kimileri gitti, kimileri gidici!
Mustafa Kemal ATATÜRK’E
de
(DİKTATÖR!)
diyenler olmuştur. Tabii, bu büyük bir yalandır. Ölümünden yıllar sonra halkı tarafından sevilen hiçbir diktatör yoktur. Atatürk’ün, Türk Milleti tarafından ne kadar sevildiği, hala
(Mustafa Kemal’in
Askerleriyiz)
sloganlarıyla meydanları inleten milyonlardan bellidir. Bütün diktatörlerin defterleri ölümlerinden sonra dürülmüştür. Mustafa Kemal de diktatör olsaydı, ebediyete intikalinden 86 yıl geçtiği halde hala böylesine büyük bir sevgi ve saygıya sahip olamazdı. Hala, O’nun izinde olduklarını söyleyen milyonlar bulunmazdı.
Millet olarak dikkat edelim, kendi başımıza çorap örüp, kendi diktatörümüzü, kendi ellerimizle yaratmayalım. İslami tabirle
(ENANİYET)
olarak belirtilen, bencil ruhlulara prim vermeyelim. Diktatörlüğe heves edenler olursa, heveslerini kursaklarında kurutalım!
Tarihin derinliklerinde Diktatörlere
ŞEDDAT, FİRAVUN
gibi unvanların verildiği olmuştur.
DİKTATÖR
ise bu gibilerin modern unvanlarıdır. En ünlü firavun Hazreti Musa’nın dönemindeki 2. Ramses’tir. Kendi saltanatı için binlerce bebeğin kanlarını dökmekten çekinmemiştir.
Tarihteki en ünlü
ŞEDDAT
ise Hazret-i Hud döneminde Ad Kavminin zalim yöneticisi Ad İbni Hud’tur. Kendisine inanalar için bir cennet (Bağ-ı İrem) yaptırmış, Rububiyetine karşı çıkanları ise yaptığı sözde cehenneminde yaktırmıştır!
Adları ister Diktatör, ister Firavun, ister Şeddat olsun bunların ortak özellikleri, birer despot, birer zalim, birer egoist, birer şarlatan olmalarıdır. Bunlar hiç kimselere güvenmezler, kimseyi dinlemezler, eleştirilere zerre kadar tahammül etmezler. Dini ve dini değerleri hoyratça kullanırlar. Kendilerinde bir uluhiyet vehmederler. Milleti muhtaç hale düşürüp kendilerine köle haline getirirler. Kendilerine rakip olabilecek şahısları katletmek dahil yok etmekte bir beis görmezler. Sivil toplum kuruluşlarına zerre kadar tahammül etmezler. Kendi saltanatlarını sürdürmek söz konusu olduğunda en yakınlarını, devletlerini, milletlerini, vatanlarını, bayraklarını ve hatta mensubu oldukları dinlerini bile feda etmekten çekinmezler.
Bu despotların ortak özelliklerinden biri de dünyanın en korkak, sünepe, zibidi insanları olmalarıdır. Bunun için halklarıyla aralarında surlar örerler. Tuvalete dahi korumasız gidemezler. Hacetlerini giderirken kendi çıkardıkları sesi darbe zannederler. Yani, hacetlerini bile bin sıkıntı ile giderirler. Ellerini yüzlerini yıkarken akan sudan titrerler. Yemek yerken
(içinde zehir var mı)
diye en yakınlarına dahi hain nazarıyla bakarlar. Bir yudum suyu dünyanın en fakir en garip insanı kadar rahat ve huzur içinde içemezler.
“Acaba kim buna zehir kattı?”
diyerek adeta zehirli bir su içmiş kadar uykuları kaçar. Dünyanın en fakir insanlarından ve hatta sokakta yatan çöpçüler kadar rahat uyuyamazlar.
Yine bunların bir müşterek özellikleri daha vardır. Bütün diktatörler ya feci şekilde öldürülür, zehirlenir, darağacına çekilir, cesetleri sokaklarda sürüklenir ya da kendi başlarına sıkarak intihar ederler.
Bir diktatör nasıl yaratılır! Elbette ki halkların sevgisiyle! Halkların, tutkuyla sevmeleri sonucu, diktatörler doğar! Diktatörlerin etraflarında bile-bile pervane kesilenler hep vardır. Diktatörlerine âşık olanlar, platonik âşıklara benzerler. Platonik aşk, tanımı ünlü düşünür Platon'dan gelir. Platonik aşk, sekülerlikten çıkarak tinsele dönüşen aşk anlamına gelmektedir. Bizde genelde karşılığı olmayan, karşılığı sorgulanmayan aşk anlamında kullanılmaktadır. Platonik kelimesinin sözlükte "Gerçekte var olmayan, düşte kalan, hep öyle kalması istenilen" anlamında olduğu belirtilmektedir .
Bundan yıllarca önce, o yılların yaygın medyasından tirajı yüksek bir gazetede bir haber okumuştum. Ünlü bir kadın (Düşlerimin erkeği, KOÇERO!) diyordu. Ünlü kadın, o yılların meşhur bir eşkıyası olan yöremiz eşkıyalarından KOÇERO’YA PLATONİK BİR AŞK DUYUYURDU. Biz de, Gazetede o kadına hitaben
(Gelin hanımefendi, bizde Koçerolar
çok!)
diye yazmıştık!
Bazı iyi yönleri olmakla beraber, Koçero, sonuçta yol kesen, haraç alan, dağa adam kaldıran bir eşkıyaydı. Ünlü kadın bütün bunları bile-bile Koçero’ya âşık olduğunu söylüyordu. Yol kesici, dalavereci, üçkâğıtçı olsalar bile, bu gibilere âşık olanlar ve platonik bir aşkla bağlananlar hep olmuştur.
Hitler, Mussolini, Stalin, Lenin, Saddam, Kaddafi, Arafat birer diktatördüler. Ama sevenleri vardı. Platonik bir aşkla onlara bağlıydılar. Halkın bir kısmı, bir lidere platonik bir aşkla bağlanırsa, gözü görmez olur. Vurgunlarını, talanlarını, hırsızlıklarını, hatta zulümlerini bile normal karşılamağa başlar!
(Bu adamın İsviçre bankalarındaki gizli
hesaplarında milyar dolarları var)
dediğiniz zaman, ya inanmazlar, ya da
(iyi yapmış, bunca
hizmetlerinin elbette bir karşılığı olmalı!)
derler.
Bir çobanın, 2 bin baş koyunu kaval çalarak, susuz oldukları halde, suyun içinden, susuz geçirme maharetini göstermesi gibi, diktatörler de öyledir. Koyun gibi toplumları sürü misali güderler!
Anlatmak istediğimiz, diktatörlerin yaratılmasında, diktatörlerden çok, onların kavallarıyla güdülmeye hazır koyun sürülerine benzeyen halkların tutum ve davranışlarının yol açtığıdır. Güdülmeye hazır, koyun sürüleri varsa, çoban da, iyi kaval çalmasını biliyorsa, diktatörlerin oluşması için uygun ortam var demektir.
Sözün özü, toplumlar, kendi diktatörlerini, kendi sevgileriyle yaratırlar. O samimi sevgi sonucu,
(Bu ben miyim)
duygusuna kapılan liderler, bir de bakarsınız ki, birer diktatör kesilmişlerdir. Doğrusunu isterseniz, koyun sürüsüne benzeyen toplumların, diktatörler tarafından yönetilmeleri, bu sürüler için müstahaktır! Ne diyelim!
TAŞLAMALAR
ONLARIN DERDİ PETROL
BİZİMKİSİ İNSANLIK
İNSANLIK BİZE KALDI
NE DİYELİM YOK ARTIK
İNSANLIK İŞİMİZDİR
KİMLER NE DERSE DESİN
SURİYEYE GİRDİKSE
BİLİN İNSANLIK İÇİN
ONLAR PETROL İSTİYOR
BİZLER KARDEŞLİK DERİZ
SURİYELİ MUHACİR,
BİZLERSE ENSARLARIZ
BÜTÜN MÜLTECİLERİ
VATANDAŞ YAPACAĞIZ
İLK SEÇİMDE ONLARIN
OY’UNU ALACAĞIZ
Bakmadan Geçme





