- Haberler
- GÖZLER 10 KASIM ÖNCESİ CUMA HUÜBESİNDE!
GÖZLER 10 KASIM ÖNCESİ CUMA HUÜBESİNDE!
Vatandaşlar ısrarla (Camilerde Atatürk'ün adı neden hiç anılmıyor!) diye soruyorlar.Diyanet İşleri Başkanlığı bu sorunun bir türlü cevabını vermiyor! 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim öncesine müsadif Cuma günleri hutbelerde Atatürk adının anıldığın
Vatandaşlar ısrarla
(Camilerde
Atatürk’ün adı neden hiç anılmıyor!)
diye soruyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığı bu sorunun bir türlü cevabını vermiyor! 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim öncesine müsadif Cuma günleri hutbelerde Atatürk adının anıldığını yıllardan beri duymadık, işitmedik. Oysa geçmiş yıllarda Camilerde düzenlenen mevlit-i şerif ve benzeri etkinliklerde ATATÜRK’ün ve silah arkadaşlarının adları mutlaka anılır, yapılan kıraatlerden onların aziz ruhlarına da hediye edilirdi. Her ne hikmetse Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının adları son yıllarda camilerde artık anılmaz oldu!
ATATÜRK, elbette ki Müslüman’dı. İslâm dinine duyduğu saygıya vurgu yapan birçok özdeyişleri vardır. Atatürk, İslam ahlakını ve dinimizin vecibelerini daha aile ocağındayken öğrenmiş, tahsil yaşamı boyunca da dini bilgilerini pekiştirmiştir. Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşları yıllarında Camilerde vaizler verdiği, hutbeler irat ettiği bilinir. Hem, öyle sıradan hutbeler değil. En değme vaizlere taş çaktıracak hutbeleri vardır. Bunların en meşhuru
“BALIKESİR HUTBESİ”
olarak bilinenidir.
ATATÜRK "Ilımlı-modern-dindar" yapının, en güzel örneği ve en başarılı uygulayıcısıdır. Her zaman için dini savunmuş, dinin, bir milletin fertlerini ayakta tutan birleştirici unsurlarına dikkatleri çekmiştir. KUR’AN-I KERİMİN İLK TÜRKÇE MEÂLİ DE ATATÜRK ZAMANINDA VE O’NUN direktifleriyle bastırılmıştır.
Hem Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Büyük Önder Atatürk'ün Hazreti Muhammed'e olan sevgi ve saygısı tartışılmazdır. Bunun açık delilleri vardır. Atatürk'ün Hazreti Muhammed'in büyüklüğüne dil uzatanları affetmediğine ilişkin olaylar tarihi bir gerecektir. ''Allah ve Peygamber konuları ulu orta Atatürk'ün yanında tartışma konusu yapılamazdı. Bir gece sofrada sohbet sırasında Peygamberi tenkit ederek Atatürk'e yaranacağını zanneden birisinin konuşmasını kızgın bir şekilde elini masaya vurarak, keser ve 'bu konuyu kapatın. Peygamberi küçültmek isterseniz, kendiniz küçülürsünüz!' diyerek azarlamıştır.
1930 yıllarında, İslam düşmanı bir şarkiyatçının Hz. Muhammed hakkında yazdığı bir kitabı tercüme eden bir yazar, eserini Atatürk’e takdim eder. Atatürk kitabı inceledikten sonra tarihçi Prof. Dr. Şemsettin Günaltay’ı çağırtır ve kitap hakkında fikrini sorar. Günaltay’ın cevabı:
-Ele alınacak bir şey değil, bir facia olur Paşam!
deyince, Atatürk Günaltay’ın sözünü bitirmesini beklemeden yerinden fırlar ve yanında bulunan Başvekil İsmet Paşa’ya dönerek:
- Bu paçavrayı toplatın ve tercümeyi yapanı da devlet hizmetinde kullanılmamak üzere hükümet kapısından uzaklaştırın, der.
Atatürk'ün, bu kitap v e yazarı hakkında şu açıklamayı yaptığı kaydediliyor:
''Hazret-i Muhammed'i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesi'nde en büyük komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir? Tarih, gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askeri dehası kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed, bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.''
Hz. Muhammed'i överek O'nu kendisine örnek alan Atatürk, Hz. Muhammed'in peygamberliğine kesin olarak iman etmişti. Hz. Muhammed'e duyduğu hayranlığı ve O'nun peygamberliğini heyecanla anlattığı bir sırada yanında bulunan M. Şemseddin Günaltay, Ata'nın o anki halini şöyle anlatmıştır:
"... Atatürk'ün denizlerden renk alıp renk veren gözleri, masanın üzerinde serili haritaya dikildi ve beni kolumdan tutarak masanın başına çekip parmağını bir noktaya dikti. Bu, kendi elleriyle çizdikleri bir askeri harita idi ve Hz. Muhammed'in büyük Bedir Cengi'ni adım adım gösteriyordu. Hz. Muhammed'e ve O'nun peygamberliğine kadar, büyük askeri dehasına hayran olan eşsiz Sakarya Galibi, Bedir Galibi'ni göklere çıkarırken, "O'nun Hak Peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar" diye heyecanlandı.
İslam dininin dünya insanlığı için büyük bir inkılap olduğunu ifade eden Atatürk'ün, Hazreti Muhammed'in vefatının yıldönümü dolayısıyla 1930 yılında yaptığı bir konuşmada da İslam dininin insanlık için bir inkılap oluşunu ve korunması gerektiğini şu cümlelerle açıkladığı kaydediliyor: ''Büyük bir inkılap yaratan Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli etmek gerekti. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, bir an evvel onu toprağa tevdi etmek değil yapmış olduğu inkılâbı emniyet altına almaktı...''
Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki İslam dinini iyi anlayan ve İslam peygamberinin büyüklüğüne, eşsizliğine hayran olan, O'na iftira edilmesine razı olmayan ve izin vermeyen Atatürk’ün dinimize ve peygamberimize karşı olmadığı, Atatürk'ün sadece ve sadece yanlış ve batıl inanışlar ile dinin istismarına karşı olduğu kesindir.
Bir de ATATÜRK’ÜN HİLAFETİ İLGA EDİŞİNİ öne sürerek, bu açıdan saldıranlar var. Aslında, gerçek anlamda bir halife yoktu ki ilga edilmiş olsun. İlk dört Halife dışındakilerin SULTAN OLDUKLARINI belirten hâdis-i şerifi görmezden gelmeyelim.
Peygamber Efendimiz Hazret-i MUHAMMED’in (O’na al ve ashabına salat ve selam olsun) bir hadis-i şeriflerinde, (Hilafet benden sonra otuz yıldır. Ondan sonrası saltanattır) buyurduklarını anımsayalım.
Türkiye’de, iki çeşit YOBAZ VARDIR. Bunlar ATATÜRK ALYHTARI YOBAZLARLA, ATATÜRK’Ü KALKAN EDİNEN DENSİZLERDİR. Her iki tarafın da, bu ülkeye zarardan başka hiç bir faydaları yoktur.
ATATÜRK’ün, bu iki kesimin de düşündüğü gibi olmadığını ve gerçek bir Müslüman olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım. Atatürk türbeleri, tekkeleri, zaviyeleri kapattırmış, diyorlar. İslâm dininin özünde ne türbe var, ne tekke, ne zaviye. Kim var diyorsa, yanlış söylüyor. Hele, bu gibi mekânlar, birileri tarafından istismar ediliyorlar ve din adına kullanılıyorlarsa.
Dinimizde KÂBE, MESCİD-İ NEBEVİ ve MESCİD-İ AKSA dışında kutsal olarak kabul edilen hiçbir mekân da yoktur.
Mübarek gün ve gecelerde bile, camilerde verilen hutbelerde hiç ATATÜRK’TEN bahsedilmiyor. Gözlerimiz ve kulaklarımız Diyanet İşleri Başkanlığının 8 Kasım 2019 Cuma günü irat ettireceği Cuma hutbesinde olacak. Bilindiği gibi MEVLİT KANDİLİ bugün 8 Kasım gününe denk gelmektedir. Muhakkak ki camilerde bu konuda hutbeler irat edilecek ve Mevlit-i şerifler okunacaktır. Bakalım, Diyanet İşleri Başkanlığı 10 Kasım tarihinin Atatürk’ün ebediyete intikalinin 81. Yıldönümü olduğunu anımsayarak bir bağ kuracak mı! Dini önderimiz anılırken, milli liderimiz hatırlanacak mı!
Bakmadan Geçme





