KENDİSİ YOK Kİ, HAFTASI OLSUN!

Geçmiş yıllarda milli bayramlara büyük önem verilirdi.23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim tarihleri zihinlere perçinlenmiş gibiydi.

Geçmiş yıllarda milli bayramlara büyük önem verilirdi. 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim tarihleri zihinlere perçinlenmiş gibiydi. 23 Nisan’ı kapsayan hafta

(Milli Egemenlik Haftası)

olarak kutlanırdı. 19 Mayıs günü hazırlıkları

(Atatürk’ü anma gençlik ve spor haftası)

olarak bir haftayı kapsayacak etkinliklerle ve büyük bir coşku içinde dolu-dolu yaşanırdı.

30 Ağustos (Zafer Haftası) olarak büyük ilgi görür, tarihteki zaferlerimizi anımsatırdı. 29 Ekim ise milli bayramların baş tacı hükmündeydi.

Cumhuriyet Haftası

olarak tebcil edilirdi.

Bilindiği gibi 17-23 Nisan arası günler geçmiş yıllarda (Milli Egemenlik Haftası) olarak tanımlanır, hafta boyunca coşkulu etkinlikler paylaşılırdı.

Şimdi de (milli egemenlik haftası) günleri içindeyiz ama, bu haftayı çağrıştıran hiçbir etkinliğe şahit olan var mı. Çoğumuz, artık böyle bir haftanın varlığını bile unuttuk. Nerede kaldı çocukluğumuzun o coşkulu günleri, o eski milli bayram kutlamaları.

Milli Bayramları kutlamak, milli birlik ve beraberliğin sembolleri olması açısından önemlidirler. Yani, gelişigüzel günler, haftalar değillerdir. Milli Bayramlar sayesinde

(TEK MİLLET)

olduğumuzu anımsayarak, birlik ve beraberliğimizi pekiştiririz. Milli Bayramları unutturarak,

(TEK MİLLET)

temasını işleyemezsiniz, anlatamazsınız! Bu milli bayramlardır ki, milli birliğimizin ve beraberliğimizin teminatıdırlar. Bunun için bugünleri, bu haftaları önemsemek, unutturmamak gerekir.

Ama diyebilirsiniz ki, artık kalmayan Milli Egemenliğin haftası olmuş, olmamış ne yazar. Öyledir, kendisi yok ki, haftası olsun…

BAYRAĞI TAŞIYAN OĞLUMU NASIL TANIMAZSINIZ?

Şehrimizde, Siirt Lisesinin kurulduğu ilk yıllarda, çarşaflı bir kadın, okulun önüne gitmiş. Her ne içinse, okulda okuyan oğlunu görmesi ve konuşması gerekiyormuş. Kendi aralarında sohbet eden bir grup Siirtli genç görmüş. Türkçe bilmediği için onlara Arapça olarak sormuş. Biz, sorduğunun Türkçe tercümesini vermekle yetinelim:

-Çocuklar, Mehmet nerede? Onu bana çağırır mısınız?

demiş.

Gençler, kadının bahsettiği Mehmet’in hangi Mehmet olduğunu kestirememişler.

-Teyze, bizim okulda birçok Mehmet var. Senin oğlun hangisi, soyadını söyle, çağıralım

diye cevap vermişler. Kadın, oğlunun soyadını vereceği yerde büyük bir gururla ve Arapça olarak cevap vermiş:

-EŞEM MO TIRIFO MEMEDİ. AYNALLA U EYNIL NEBİ ELE MEMET U ISEM MEMET! DEVM U DEİM BAYRAK IT TÜRKİYE UVE BİT MEMET.

Türkçe olarak kadının söylediklerini şöyle tercüme edebiliriz:

-Nasıl Mehmet’imi tanımazsınız. Allah ve Peygamber nazardan korusun. Devamlı olarak Türkiye Bayrağını taşıyan benim oğlum Mehmet’tir.

Meğer kadının oğlu, milli bayramlarda, Okulun

BAYRAĞINI

taşıyan öğrenciymiş. Tabii, kadının bu tarifi üzerine, arkadaşları Mehmet’i tanımış ve hemen çağırmışlar. Ama lise hayatı boyunca da Mehmet’e, hep Annesinin sözleriyle takılırlarmış:

-AYNALLA ELE MEMET U ISEM MEMET, DEV U DEİM BAYRAK IT TÜRKİYE UVE BİT MEMET!

Bu anekdotun en önemli vurgusu, Türkçe dahi bilmeyen Siirtli Annenin, bir okul adına dahi olsa, Türk Bayrağını taşımanın ne büyük bir şeref olduğunu idrak etmesi ve oğlunun Bayrağı taşımakla görevlendirilmesinden duyduğu gurur olsa gerek…

Bakmadan Geçme