• Haberler
  • KİTAP YAZMAK, KİTAP OKUMAK, KİTAP TOPLATMAK, KİTAP YAKMAK!

KİTAP YAZMAK, KİTAP OKUMAK, KİTAP TOPLATMAK, KİTAP YAKMAK!

Türkiye'de 1964 yılından beri Mart ayının son Pazartesi günü ile başlayan hafta ( Kütüphanecilik Haftası) ya da diğer adıyla (Kütüphaneler Haftası) olarak kutlanmaktadır.Kütüphaneler Haftasının amacı, özellikle öğrencilerde okuma alışkanlığını ve zevkini

Türkiye’de 1964 yılından beri Mart ayının son Pazartesi günü ile başlayan hafta

(

Kütüphanecilik Haftası)

ya da diğer adıyla

(Kütüphaneler Haftası)

olarak kutlanmaktadır.

Kütüphaneler Haftasının amacı, özellikle öğrencilerde okuma alışkanlığını ve zevkini geliştirmek, kitap sevgisini artırmak, okuyucuların kitaplardan daha çok faydalanmalarını sağlamak, kütüphanelerde uyulması gereken kuralları öğretmek ve kütüphanelerin gelişmesi için halkı bilinçlendirmektir.

2014 yılından bu yana İlimizde Kitap Fuarları düzenlenmekteydi.

“Her kitap yeni bir dünya”,

“Her Kitap Yeni Bir

Yolculuktur”,

“7’den 70’e Siirt Okuyor”,

“Siirt Geleceğini Kitapla Kuruyor”

gibi sloganlarla insanlarımızı  okumaya teşvik etmek, okumayı sevdirmek, geleceğimizi kitapla kurma bilincini oluşturmak, düşüncesiyle kutlanmakta olan Kütüphane Haftası ne derece amacına ulaştı bilemiyoruz.

Kütüphane Haftası ve Kitap demişken eskiden adları

(KIRAATHANE)

olan ve kültürümüzde önemli yerleri bulunan müesseseleri anımsamamak büyük  eksiklik olur. Bu kelime

(KIRAAT)

ve

(HANE)

kelimelerinden oluşan birleşik bir kelimedir. Birleşik kelime demek iki sözcüğün, yeni bir kavramı karşılamak için birleşmesidir.

(KIRAAT=OKUMAK), (HANE=EV) demektir. Bu durumda (KIRAATHANE), günümüz Türkçesiyle (OKUMA EVİ) olarak tanımlanabilir.

Bir ara Valilikçe Güres Caddesindeki bazı çayhanelere kütüphaneler kurulmuş ve kitaplar konulmuştu. Hala kalıyorlar mı, kalmıyorlar mı bilmiyoruz! Çoğu işsiz hemşerilerimiz kahvehanelerde, çayhanelerde pinekleyip oturarak muhtelif oyunlarla vakit öldürmeye çalışmaktadırlar. Tabii,

(VAKİT

ÖLDÜRMEK)

gelişi güzel bir deyimdir. Aslında  vakti biz değil, vakit bizi öldürmektedir. Yani,

“VAKİT ÖLDÜRMEK!”

izafi bir kavramdır. Vakit öldürmektense

EBUL

VAKT (VAKTİN BABASI)

olmalı, zamanın kıymetini bilmeliyiz.

Boş vakitleri değerlendirmek için yapılabilecek en önemli işlerden biri, hatta ilki

OKUMAKTIR.

Okumak, bilgi sahibi olmak geçmişi, bugünü ve yarını tanımaktır. Bütün gelişmiş ülkeler, yüksek medeniyet seviyesine okumak sayesinde ulaşmışlardır. Aslında, boş vakti değerlendirmek için değil, okumayı iş edinmek, edinebilmek önemlidir.

Geçmiş yıllara ait kaynakları incelediğimizde adlarına

(kıraathane)

denilen müesseselerde kitapların, gazetelerin, mecmuaların bulundurulduğu, bu mekânlara gidenlerin raflardaki yazılı eserleri alıp okudukları, bununla yetinmeyip, mütalaada bulundukları, halk âşıklarının, ozanlarının şiirler, türküler terennüm ettiklerini, kıraathanelerin müdavimleri olan bilge insanlara sorular yönetildiği, cevaplar alındığı, hatta okuma-yazmaları olmayan müdavimlerin yararlanmaları açısından yüksek sesle kitaplar okunduğu, bugünkü televizyon dizilerinde olduğu gibi

(devam edecek)

türünden hikâyeler, masallar anlatıldığı bilinmektedir.

Dünya tarihinde Asurlular zamanında Nivie’de İ.Ö. 626 tarihinde kurulan Asur Bani Pal kitaplığı ilk kütüphane sayılır. Daha sonra Ozymandias Teb’te dinsel yazılar için ayrı bir kitaplık daha kurulmuştur. Bu kitaplığın 20.000′den çok papirus tomarı bulunduğu sanılmaktadır. Eski Yunan’da ilk kitaplık İ.Ö. 540 yılında Pisistratus’un Atina’da kurduğu kitaplıktır. Daha sonraları tapınaklara bitişik pek çok kitaplık kurulmuştur. Bunların en önemlileri İskenderiye’de Musaion Anadolu’da Efes ve Bergama kitaplıklarıdır. İlk büyük Hıristiyan kitaplıkları Kayseri, Urfa, ve İstanbul’da kurulanlardır.

Müslüman ülkelerde de ilk dönemlerde  kitaplara ve kütüphanelere büyük önem verilmiştir.

“De ki; hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”

ve

“Şayet bilmiyorsanız ilim ehline sorunuz!”

buyruğunun yer aldığı, Kur’an-ı Kerimin ilk emrinin de

(OKU)

olduğunu unutmamak gerekir.

“İlim ve hikmet, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın”

,

“İlmi beşikten mezara kadar tahsil ediniz.”

ve

“İlmi yazarak kaydediniz.”

Mealindeki hadis-i şerifler, ilim öğrenmenin önemini belirtmek ve yazmak suretiyle muhafaza edilmesi gereğine işaret etmek açısından çok önemlidir.

İslamiyette ilk kütüphaneler Emevi’ler zamanında kurulmuştur. Osmanlı Devleti zamanında da müstakil ve düzenli kütüphaneler kurulmuş, ilim mirası sonraki nesillere bu şekilde nakledilmiştir. Padişahlar tarafından İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli merkezlerinde  kütüphaneler kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde de kütüphaneler kurulması konusuna büyük önem verilmiştir. Bugün Türkiye’de bine yakın devlet kütüphanesi bulunmaktadır. Bunların yanında hemen her okulun, her fakültenin, her üniversitenin kütüphanesi bulunmaktadır.

Osmanlılar döneminde

KIRAATHANELER

birer ilim ve kültür yuvalarıydı. Özellikle İstanbul’daki bazı kıraathaneler ilim adamlarının buluşup tartıştıkları mekânlardı. İstanbul’da ilk kıraathanenin 16’ncı  yüzyılın ortalarında kurulduğu bilinir. O dönemlerin okuryazar ve zamanın entellektüel kesiminden insanlar bir araya gelir edebi konularda konuşmalar yapar şiirler okurlardı. Yine bu mekânlarda  Güzel sesli Hafızhanların da Kuran’ı Kerim okudukları bilinen gerçeklerdendir.

Maalesef, günümüzde KIRAATHANELER, bu işlevlerini yitirerek KAHVEHANELERE VE HATTA KUMARHANELERE DÖNÜŞTÜLER.

Kütüphane haftasında

KIRAATHANELER

gerçeğinden yola çıkarak aklımıza gelen bir konu var. Bir yasayla bütün kahvehaneleri, kütüphanelere dönüştürmek mümkündür. Nasıl mı diyeceksiniz, işte teklif edilecek yasa maddesi:

(İçinde en az 100 kitabın bulunduğu kitaplığı olmayan, en az günlük 3 değişik gazete bulundurmayan çayhanelere, kahvehanelere ruhsat verilmez! Yapılan kontrollerde bu kurala uymadıkları tespit edilen bu gibi yerlere belli sürelerde kapatma cezası verilir.)

Böyle bir yasanın çıkarılması durumunda, Türkiye genelinde kaç bin kütüphanenin açılmış olacağını varın siz tasavvur edin!

KUR’AN-I KERİM’İN

ilk ayetinin

(İKRA)

olması, okumanın önemine vurgu yapılması açısından dikkatleri çekicidir. Bu arada anımsatmakta yarar var. Kitap  yazmak, okumaktan çok daha önemlidir. Yazılan bir şey olmayınca, neyi, nasıl okuyalım! Başka ülkelerin yazarlarını okuduğumuzda onların kültür emperyalizmi ağına düşmüş olmaz mıyız!

Yine belirtmekte yarar görüyoruz. Medeni ülkelerde yazar oranı geri kalmış ülkelere göre yüksektir. Millet olarak, başka ülkelerin yazarlarının yazdıklarını okursak, o ülkelere bağımlı hale geliriz. Bir ülkede okunan kitap sayısı kadar, yayınlanan kitap sayısının da önemli olacağını anımsatalım. Az yazan ve başka ülkelerin yazarlarının kitaplarını okuyan milletler, her zaman için kültür emperyalizmine maruz kalmak tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.

Büyük ve güçlü ülkelerin büyük yazarları vardır. Dünya klasiklerine bakınız. Aralarında

(BİZİM)

diyebileceğimiz kaç isim bulabiliriz. Neden ülkemizde Dünya çapında yazarlar yetişmiyor! Bir de bunun muhasebesini yapmamız gerekir.

Ne zaman gerçek anlamda kudretli bir devlet olabiliriz diye bir soru yöneltirseniz, cevabım şudur.

-Ne zaman ki, yazarlarımızın kitapları dünya klasikleri arasında yer alır, işte o zaman!

Bu açıdan, kitap okumak kadar, hatta ondan çok kitap yazmayı teşvik etmek gerekir. Kendi kültürümüzü, kendi benliğimizi kavrayabilmemiz için, kendimizden olan yazarlara ihtiyacımız vardır. Yazarlarımız, kitap üretecekler ki, çocuklarımız, gençlerimiz okusunlar. Yabancı yazarların kültür hegemonyasından kurtulmamızın temel kuralı budur. Evet, yabancı yazarlara ait klasik eserleri de okuyacağız amma, öncelikle kendi yazarlarımıza ait olanlarla işe başlamalıyız.

Kitap yazmak zor bir iş! Hele, yazılan kitabı bastırmak ve piyasaya sürmek daha da zor bir durum. Bu açıdan, kitap yayınlayacaklara destek çıkmak, aslında milli kültürümüze destek çıkmak anlamındadır.

Türkiye genelinde kültür bakanlığının, illerde valiliklerin ve il kültür müdürlüklerinin, bu açıdan yazarlara destek olmak gibi bir görevleri olmalıdır. Bu ülkede fazla kitap yazılmasını istiyorsak, yazarlara teşvik getirmek zorunluluğu vardır.

Dünyada kütüphaneciliğin tarihi çok eskilere dayanır. Tarih öncesi dönemlerde bile kitaplar ve kütüphaneler vardı. İlk kütüphanenin Asurlular döneminde kurulduğuna dair deliller bulunmaktadır. Bugün dünyanın bütün medeni ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye’nin bütün illerinde Halk Kütüphaneleri bulunmaktadır. Bunun yanında hemen bütün okullarda, kitaplıklar mevcuttur. Kütüphanesi olmayan Üniversite, lise, ortaokul ve hatta köy okulu dahi yok gibidir.

Bunu da unutmayalım.

En iyi hediye

kitaptır.

Bunun için hediyeleşmelerde mümkün mertebe kitapları öne çıkarmamız gerekeceğini anımsatalım. Özellikle Kütüphane Haftasını fırsat bilerek dostlarımıza kitap hediye etmeyi ihmal etmeyelim.

“Kütüphaneler Haftası

dolayısıyla hazırlanan rapora göre bir Japon yılda ortalama 25, bir İsviçreli 10, bir Fransız 7, bir Türk ise 10 yılda ancak 1 kitap okumaktadır. Kitap konusunda medeni dünyadan ne kadar geri olduğumuzun ispatı açısından, gerçekten önemli bir tespit! Medeni ülkelerle aramızdaki mesafeyi kapatmamız hayli zor, görünüyor!

Kütüphane Haftası kutlamaları kapsamında bir de nostalji yapalım istedik ve gerilere giderek Kütüphanelerle ilgili bir durum değerlendirmesi yaptık. Yaptığımız araştırmalar Siirt’te ilk kütüphanenin de

SİİRT GAZETESİ’NİN

kurucusu olan ve Siirt’e ilk matbaa tesisini kuran

Mehmet Emin KILIÇÇOĞLU

tarafından kurduğu sonucuna vardık.

Merhum Mehmet Emin Kılıççıoğlu Gazetemiz Sahibi olmak yanında

ÖZ

DAYIMIZ

olması sebebiyle kendimizi bildiğimiz günden itibaren Kütüphanesine hemen her gün gittik. Okuma yazmayı sökmeğe başladıktan sonra zaman zaman raflardaki kitapları karıştırdık, önce başlıklarını okuduk, sonra da içeriklerine daldık.

Merhum Emin Kılıççıoğlu’nun kurduğu Kütüphanenin adı

“DOĞU

KİTAPEVİ”YDİ.

Kütüphane bugün İnönü Mahallesi olarak bilinen yerde, Aynsalip Çeşmesinin az altındaydı. Halkevi ile Askeri Mahfile giden yolun güzergâhı üzerinde bulunuyordu. Yaygın medyaya ait Gazeteler de kütüphanede satışa sunulurdu. O yıllarda gazete nakliyesi için kurulmuş şirketler olmadığından Gazeteler Haydarpaşa’dan Kurtalan’a kadar trenle getirilir, oradan da Siirt’e mutat vasıtalarla taşınırdı. Bu bakımdan gazeteler Siirt’e geç intikal ederdi, günlük gazete okumak imkânsız gibiydi.

Siirt’in bu ilk kütüphanesiyle ilgili yabancı gözüyle yapılan bir yorumu da okuyucularımızın dikkatlerine sunalım. Aşağıdaki paragraf 1935’li yıllarda babasının memuriyeti dolayısıyla bir ortaokul öğrencisi olarak Şehrimizde bulunmuş olan 13. dönem (1965-1969) milletvekillerinden Londra Büyükelçiliği Kültür Ataşeliği de yapmış olan Kemal Yılmaz’ın

“AYDINLI BİR KÖY

ÇOCUĞU”

başlıklı yazısından alınmıştır. Yazının

KÜLTÜR YUVALARI (Siirt)

bölümünde adı geçen iş yeri Doğu Kitapevidir. Yazıda Kitabevinin sahibi olarak adı geçen

(EMİN BEY)

de,

SİİRT GAZETESİNİN KURUCUSU Merhum

Mehmet Emin Kılıççıoğlu’dur.

İşte Gazetemiz Kurucusu Merhum Mehmet Emin Kılıççıoğlu’nun Siirt’in Kültürüne katkısının kanıtı paragraf:

“3. bir KÜLTÜR YUVASI Emin Beyin Kitapçı-Kırtasiye dükkânı idi. Emin Bey Öğretmenlerle, memurlarla dost, uzun boylu, aydın bir ağabey idi. Vali Konağının karşısındaki dükkânı öğrencilerin uğrak yeri gibiydi. Arı kovanı gibi işleyen bir kültür yuvasıydı orası da.”

Siirt’te ilk Kütüphaneyi kurmuş olan ve aynı zamanda SİİRT GAZETESİ’NİN de kurucusu Dayımız Mehmet Emin KILIÇÇIOĞULU’NUN ruhunu bu vesileyle bir kere daha rahmetle yadediyoruz.

Kütüphane Haftası kutlamaları start alırken, toplum olarak kitaplara ne kadar dost olduğumuz konusunu da gündeme getirmek gerekli oldu. Her devirde bir takım kitaplar, hep birilerinin hedefi olmuşlardır. Yani, öyle zannedildiği veya konuşulduğu gibi kitaplarla gerçekten dost olduğumuzu söylersek büyük bir yalan olur. Yazdıkları kitaplardan dolayı dün de cezaevlerinde olanlar vardı, bugün de! Bırakın yazılıp da basılan ve dağıtıldıktan sonra toplanıp yakılan kitapları, henüz bilgisayarların belleklerinde ve basılmaya hazır hale getirilmek istenen kitap tasarımları için bile cezaevlerine düşmüş olanlar var.

Hıristiyanlık âleminde bir zamanlar engizisyon mahkemeleri vardı. Bu mahkemelerin en önemli görevlerinden biri de yazılan kitapları kontrol etmek ve Hıristiyanlık akidelerine ters bulduklarını toplatarak imha etmek yanında, yazarlarını da cezalandırmaktı.

Ortaçağın engizisyon mahkemeleri tarafından sadece kitaplar değil, o kitapları yazanların bile yakılması konusunda kararlar verdiği olurdu.

1183 yılında İtalya’da kurulan bu mahkemeler Avrupa’nın bazı ülkelerinde de teşkilatlanmışlardı. Bu mahkemeler 19. yüzyılın başlarına kadar etkinliklerini sürdürmüşlerdi. Bu mahkemeler, Hıristiyanlıkta, Katolik mezhebi dışında bütün mezhepleri de dışlamışlardı. Engizisyonlar, Katolik mezhebine karşı gelenlere ve bu mezhebe aykırı hareket edenlere ceza vermek amacıyla kurulmuşlardı. Papalar, kayıtsız şartsız ağır cezalar veren bu müesseseleri, kendi kudretlerinin bir vasıtası olarak kullanmışlar ve Orta çağda dehşet saçan müesseseler haline gelmesi sonucunu doğurmuşlardır.

Bu mahkemelerin bütün dehşetleriyle hüküm sürdüğü memleketler, İspanya ve İtalya olmuştur, özellikle İspanyada Müslüman olanlara ve Yahudilere karşı tatbik edilen bu mahkemeler Birinci Napoleon tarafından ilkin İspanyada 1807 yılında kaldırılmış, 1834’te bütün Avrupa’da son bulmuştur.

Anlayacağınız, kitap ve kitap yanında insanları yakmalarıyla ünlü Engizisyon Mahkemeleri bile 19. asrın ilk yarısını görmeden kapatılmışlardı. Kitaplarla ilgili yasaklamalar gündeme geldikçe, nedense aklıma ilk gelen hep engizisyon mahkemeleri oluyor! Siz, kütüphanenin ve kitapların önemlerini ne kadar vurgularsanız vurgulayınız, kitaplar

SUÇ

UNSURU

olarak kabul edildikleri sürece ve kitapların yargılandığı bir ülkede konuşulanlar boş havanda su dövmekten ibaret kalır.

Türkiye'de de 80’li yıllara kadar komünistlik veya şeriatçılık tehlikesi hezeyanları ile gençler karşı karşıya getirildiler, birbirlerine düşman edildiler. Solcuların ve sağcıların okuduğu gazeteler ayrıldı, insanlar milliyetçi, komünist diye yaftalandı. Evler basıldı kitaplar arandı, kitaplar saklandı ele geçmesin diye kitaplar, dergiler yakıldı. Binlerce insan tutuklandı, öldürülen öğretim üyeleri, gazeteciler ve siyaset adamlarının sayıları her geçen gün arttı. 80 Askeri darbesi ise bunların üzerine mum dikti.

Bir zamanlar Risale-i Nur kitaplarını da okumak yasaktı. Amma, şimdi serbest! Nedeni basit çünkü hükümetin meşrebine uygun! Geçmiş yıllarda serbest olan birçok görüşlere ise yasaklar getirilmiş durumda!

Kütüphaneler Haftası kutlanıyor diye aldanmayalım. Kitaplar dün de yakılıyordu, bugün de! Yazarları dün de cezalandırılıyordu, bugün de! Değişen otoritenin görüş açısı. Bunun için

“Saz aynı saz, çalan eller değişti”

deyişini

“Kitaplar yine yakılıyor, yakılan kitaplar değişti!”

şeklinde değiştirmemiz mümkün. Aslında, her düşünceye açık olmak, her kitaba saygı duymak lazım. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, kitapla verilen mesajı kabullenirsiniz, reddedersiniz, amma, kitabı yakmaya ve yazarını cezalandırmaya yasaların da hakkı olmazsa gerek! Şu şartla ki, başkalarına hakaret içermesin!

Diyeceğimiz şu ki Kütüphane Haftası var diye kitaplar serbest zannedilmesin!

TAŞLAMALAR

SEÇİME BEŞ GÜN KALDI

HAYDİ SANDIK BAŞINA

MİLLET KARAR VERMİŞTİR

ÇIRPINIŞLAR BOŞUNA

KARARSIZ KALMAMIŞTIR

KARAR ARTIK VERİLMİŞ

ÇEKİLECEK KULAKLAR

BÖYLE OLACAK BU İŞ

ÇOK KIRICI BİR SÜREÇ

YAŞADIK BU SEÇİMDE

SON HAFTAYA GELİNDİ

KAVGA GÜRÜLTÜ YİNE

İPLERİ ÇOK GERDİNİZ

KOPTU-KOPACAK GİBİ

SİYASETİN ŞERRİNDEN

KORU BİZİ YA RABBİ

Bakmadan Geçme