Prof. Dr. Süleyman Çelik: Seksen Yıl Geride Kalırken
'Ezber bozacağım ama, Erbakan'ı iktidardan düşüren 28 Şubat , genel kabul gören görüşün tersine, Atatürkçü bir girişim değil di.12 Mart ve 12 Eylül gibi, arkasında Amerika'nın bulunduğu postmodern bir darbe idi.
“Ezber bozacağım ama, Erbakan’ı iktidardan düşüren
28 Şubat
, genel kabul gören görüşün tersine,
Atatürkçü bir girişim değil
di. 12 Mart ve 12 Eylül gibi, arkasında Amerika’nın bulunduğu
postmodern
bir
darbe
idi. Amaç aynı yıl açıklanan
Rand Corporatio
n’ın raporunda bildirildiği gibi R. Tayyip Erdoğan’ı Başbakan, Abdullah Gül’ü Dışişleri Bakanı yapmaktı.”
Bundan önceki yazımda, “başımızdakilerin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
Sovyet tahdidi
ni bahane ederek yurdumuzu, hakkımızda iyi şeyler düşünmediği bilinen
ABD’ye teslim
ettiklerini” bildirmiştim. Şimdi kaldığımız yerden devam ederek yukarıdaki sonuca gelelim.
***
İşgal
yıllarında
İngiltere
, doğal müttefikleri
Patrikhane
ve azınlıkların dışında, kendisine hizmet edecekleri
3 dernek
altında toplamıştı: çoğu devşirme kökenli olan
mandacı
ları ‘İngiliz
Muhipler
i’, Osmanlı’daki tüm yeniliklere karşı çıkan gericileri ‘
İslam Teali’
ve kendisiyle birlikte Amerika’nın oluşturduğu bölücüleri
‘Kürt Teali’
.
“
İngiliz Çocukları
” diyebileceğimiz bunları,
Amerika
yurdumuza girdikten sonra doğal müttefik olarak yanında buldu. Onlar şimdi, aynı zamanda
“Amerika’nın Çocukları”
oldular!..
Öncelikle Atatürk’ün başına “
milli
” önadı (sıfat) koyduğu
savunma
,
eğitim
ve
haber alma örgütü
gibi
bakanlık ve kurumlar
a, danışmanlar yerleştirerek el koydu.
Türkiye’yi bölme planından vazgeçmediği için
NATO
’ya almadı. Fakat
Kore
’de Türk askerinin savaşma yeteneğini gördü. Bir
Amerikan askeri
nin günlük maliyeti
15 dolar
iken bir
Türk askeri
nin kendilerine maliyetinin
23 cent
olduğunu hesapladı ve kararını verdi: “
ucuz asker
kaynağı” ve “
İleri Karakol
” olarak kullanmak üzere NATO’ya almak!..
İleri Karakol olarak görevimiz, düşmanı (Sovyetler Birliği) önce karşılayarak Batı’nın habersiz yakalanmamasını ve zaman kazanmasını sağlamaktı.
Bölme projesinden de vazgeçmedi. Adana Konsolosluğu’ndan CIA ajanı bir
konsolos yardımcısı
nı bu amaçla görevlendirdi. Bu kişinin görevi sürekli
Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’yu dolaşarak bölgede uyuyan
bölücü odaklar/ hücreler
bulmak/ oluşturmak ve zamanı gelince harekete geçirmekti.
TSK
’yı kendi standartlarına göre yeniden düzenledi. Birliklerin konuşlandırılmasını kendi stratejik amaçlarına göre yaptı. Çalışanlarının aylıklarını, yardım parasından keserek kendisinin verdiği, Türkiye’nin her yanında, siviller arasında da örgütlü
Kontrgerilla
,
Gladyo
ya da
Süper Nato
denilen
Özel Harp
Komutanlığını kurdu.
Bir anlamda Genelkurmay’a bağlı olan ve başında bir korgeneralin bulunduğu
MİT, CIA’nın güdümüne
girdi.
Atatürk’ün
bağımsızlık için “olmazsa olmaz”
kabul ettiği ve Cumhuriyet’in kuruluşu ile temellerini atıp kısa zamanda denizaltından uçağa, piyade tüfeğinden rokete kadar her şeyi yapar duruma gelen kamu ve özel sektöre ait
ulusal savunma sanayii
mizi, “ben size daha iyisini vereceğim” diyerek,
kapattırdı
. Daha iyisi dediği ise çoğu İkinci Dünya Savaşı’nda kullanılmış eski silah, araç ve gereçlerdi…
***
Bizim kuşak okula başladığında
Milli Eğitim Amerika’nın güdümü
ne girmiş, sömürgeciliğin gereği olarak eğitimin
milli niteliği yok edildi
ği gibi Aydınlanmacı niteliğinden de uzaklaştırılmış,
ezberci ve dogmatik
şekle dönüştürülmüştü.
Köklerimizi öğrenerek
ulusal bilinç
sahibi olmamız için binlerce yıllık Türk tarihinin anlatıldığı,
yazarları arasında Atatürk
’ün de bulunduğu
tarih kitabı
atıldı.
Yabancı dilde eğitim
e izin verilerek, Atatürk’ün kapattığı
misyoner okulları
na benzer okulların önü açıldı. Öte yandan
ezberci
/
dogmatik eğitim
verilen
İmam Hatip
okulları ve
Kuran
kursları
açıldı.
Tarikat
ve
cemaat
lere izin verildi. Generaller ağızlarından Atatürk’ü düşürmüyorlardı ama cemaat kurarak
şeyh
liğini ilan etmiş, aslında
eczacı
olan bir
subay
, öğretmen yapılıp
askeri lise
ler ve
Harp Okulu
’nda yıllarca ders vererek
mürit subaylar
yetiştiriyordu. Amaç
ulus devle
tin temel sütunu olan “
Öğretim Birliği
”ni yıkmak ve emperyalizmin ünlü “
böl ve yönet
” politikası gereği, bir tarafta
Batı kültür emperyalizmi
nin, bir tarafta da
Arap kültür emperyalizmi
nin etkisine girmiş,
ulusal bilinçten yoksun
iki ayrı kesim
oluşturarak milleti kamplara ayırmak; son kertede de devleti yıkmaktı!..
Bu amacını yalnız öğrenciler üzerinden değil
yetişkinler üzerinden
de gerçekleştirmeye çalışıyordu.
Komünizmle Mücadele
ve
İlim Yayma
Dernekleri gibi sivil toplum örgütleri kurdurdu. İnsanları etkileyip yönlendirmek için küresel
5 büyük haber ajansı
aracılığı ile medyayı kontrolü altına aldı. İşgal yıllarında “
Mütareke Basını
” denilen
medya
ve
yayın dünyası
zaten
İngiliz Çocuklar
ı’nın elindeydi. Cumhuriyet’ten sonra da bunlar ihanete devam etmiş, isyanları desteklemişlerdi.
Şeyh Sait
İsyanından sonra çıkarılan “
Takrir-i Sükûn Kanunu
” ile susup yer altına girmişlerdi. Şimdi yer altından çıkıp
Amerika’nın hizmetine
girdiler ve hala hizmete devam ediyorlar…
Milletin gönlünden silemeyeceklerini bildikleri için ilkelerinden soyutladıkları Atatürk,
Batı hayranı
, Atatürkçülük de
Batılılaşmak
olarak öğretilmeye başlandı.
***
1961 Anayasası
’nın sağladığı düşünce ve basın özgürlüğü sayesinde, insanlar Atatürk’ün gerçek düşünce ve görüşleri ile ilkeleri ve devrimlerinin amacını öğrendi. Başka bir deyişle Atatürkçülük ya da
Kemalizm
yeniden keşfedildi. O’nun “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” dediği, “
tam bağımsızlıkçı ve emperyalizm karşıtı
” olduğu anlaşıldı. “Batı ile uyuşmak Türkiye’nin kaçınılmaz olarak köleleştirilmesi anlamına gelir” demiş olmasına karşın, O’ndan sonra ülkemizin Amerika’ya ve Batı’ya teslim olmuş olduğunun ayırdına varıldı. Bunun üzerine, Atatürk’ün tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtı görüşlerini savunan
Kemalist
solcu
luk, özellikle üniversiteli gençler arasında yayılmaya başladı.
Tam da o sırada
1964 Kıbrıs olayları
patlak verdi. Adayı Türklerden temizleyip Yunanistan ile birleşmek isteyen Rumlar
katliamlar
a başladı. Katliamları önlemek için müdahale etmek isteyen Türkiye, karşısında Amerika’yı buldu. ABD Başkanı
Johnson
, Başbakan İsmet İnönü’ye bir
mektup
yazarak, “bizim verdiğimiz silahları, iznimiz olmadan kullanamazsınız” dedi.
Bu mektup toplumda büyük tepki ve
Amerika karşıtlığı
yarattı. Üniversiteli gençler, her gün
Kıbrıs mitingleri
ve Amerika’yı protesto gösterileri yapmaya başladı…
Menderes
iktidarının demokrasi karşıtı uygulamalarına tepki göstererek
27 Mayıs
’ın öncülüğünü yapmış olan
üniversite gençliği
, o yıllarda toplumun en dinamik ve saygın kesimini oluşturuyordu. Bu nedenle gösteriler/ protestolar toplumda ses getiriyor ve Amerikan karşıtlığı halk arasında da yayılıyordu…
Gelişmelerden rahatsız olan Amerika harekete geçti. TBMM’nin bilgisine bile sunulmamış, sayısı belirsiz “
İkili Anlaşmalar
” ile altımızı oymuşlardı (bu sözü Demirel’in Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, 12 Eylül’den sonra söylemiştir). Ayrıca
MİT
ve
Kontrgerilla
güdümleri altında olduğu için operasyon yapmak onlar için çok kolaydı. Önce, Johnson’ın mektubuna, “o zaman yeni bir dünya kurulur ve Türkiye orada yerini alır” yanıtını veren
İsmet Paşa
iktidardan düşürüldü.
Rockefeller
bursuyla Amerika’ya gidip eğitilmiş ve o yıllarda Amerikan Morrison şirketinin Türkiye temsilciliğini yapmakta olan Süleyman
Demirel
iktidar
koltuğuna oturtuldu. Ardından “
böl, çatıştır ve yönet
” politikası devreye sokuldu!..
Güdümleri altındaki medya, dernek, tarikat ve cemaatler aracılığı ile algı operasyonları yapılarak
Amerika karşıtlığı komünistlik, komünizm karşıtlığı
da
milliyetçilik
olarak sunuldu. Kamplarda yakın dövüş eğitimi verilen ülkücü milliyetçi(!) gençler, solcu gençlere saldırtıldı ve böylece
çatışmalar
başladı. Gerçekte çatışmaları, iki tarafın da içine yerleştirilmiş olan
MİT/CIA ajanları
yürütüyordu.
Çatışmaları önlemek bahanesiyle
12 Mart
(1971) darbesi yaptırıldı. Atatürk adını ağızlarından düşürmeyen darbeci generaller, “komünist” diyerek Atatürkçü gençlerin ve aydınların başına balyoz indirdi. Örneğin, “Türk milliyetçiliği, Türk halkının alın terini yabancı çıkarlara karşı korumaktır” diyen, gerçek milliyetçi ve Atatürkçü
Uğur Mumcu
gibiler tutuklandı. TSK içindeki Atatürkçü general ve subaylar atıldı…
Sözde Atatürkçü(!) generallerin uygulamalarına bakan ve aralarına girmiş MİT/CIA ajanlarının da menfi propagandalarına kanan
solcu gençler
in bir kısmı, Atatürk’ü üst yapı devrimcisi olarak niteleyip
Kemalizm’den uzaklaşmaya
başladı. İçlerindeki ajanların yönlendirmesiyle kendi aralarında da bölündüler;
Leninci, Troçkici, Maocu, Enver Hocacı
vs. oldular. Bunlar da bölünüp
fraksiyonlar
oluşturdular. Örneğin, Maocu en az 6 fraksiyon vardı…
12 Mart balyozuna karşın çatışmalar durmadı. Çünkü Türkiye ekonomisinin,
neoliberalizm
adını verdikleri yeni sömürgecilik yöntemine uygun hale getirilmesi gerekiyordu. Bunu sağlamak için
12 Eylül
darbesini yaptırdılar. Ekonomimizi neoliberalizme uygun hale getirme görevi, siyasal İslamcı Turgut
Özal’
a, saha temizliği de askerlere verildi.
Askerler bu kez 12 Mart’ın tersine, solcuların yanında
kullanılmış ve yıpranmış sağcılar
ı da içeri tıktılar. İki taraf da ABD tarafından kullanıldığı için içeri tıkılmış sağcılar, “kendimiz içerideyiz ama fikirlerimiz iktidarda” diyordu!..
***
12 Mart ve 12 Eylül darbeleri siyasal İslam’ı güçlendirdiği için
1996
seçimlerinde
Refah Partisi
birinci parti oldu ve
Erbakan Başbakan
oldu. Ancak Erbakan
Batı/Haçlı emperyalizmi
ne karşıydı. AB’ye karşı “
İslam Ortak Pazarı
” kurulmasını istiyordu. Daha da önemlisi Özal neoliberalizm gereği, özelleştirme adı altında fabrikaları kapatmaya başlamışken Erbakan, tersine
sanayileşmek
, yani daha çok fabrika kurmak, hatta “
fabrika yapan fabrikalar kurmak
” istiyordu. Küresel kapitalist emperyalistlerin hiç istemediği bir şeydi bu. Onlar laik Kemalist bir rejim değil, Siyasal İslamcı bir rejim istiyorlardı ama bu “Ilımlı İslam” adını verdikleri kullanabilecekleri bir rejim olmalıydı. Hatta, tek kişiyi yönetmek daha kolay olacağı için,
Clinton
’ın dediği gibi başında bir Halife de olabilirdi! Bu nedenle Erbakan’ın
ipini çektiler
. Yerine kimleri getirecekleri de CIA’ya bağlı bir düşünce kuruluşu olan
Rand Corporation
tarafından 1996 yılında yayımlanan bir
rapor
da açıklandı: “Recep Tayyip Erdoğan Başbakan, Abdullah Gül Dışişleri Bakanı olacak!..”
Bu nedenle Erbakan’ı iktidardan düşüren “
28 Şubat
”, genel kabul gören görüşün tersine,
Atatürkçü bir girişim değil
di. Bu da 12 Mart ve 12 Eylül gibi, arkasında Amerika’nın bulunduğu
postmodern
bir
darbe
idi. Amaç
Rand Corporatio
n’ın raporunda açıklanmış
kararın uygulanması
ydı.
Komuta kademesinde, kuşkusuz kendilerini Atatürkçü kabul eden, iyi niyetli generaller vardı. Çünkü Sovyetler dağıldıktan sonra, komünizm fobisinden kurtulmuş ve Amerika’nın dost olmadığını anlamışlardı. Hatta buna karşı bazı adımlar atmak isteyen Eşref Bitlis Paşa, bu nedenle öldürülmüştü! Fakat aralarında hala
Amerikancı generaller
de vardı.
Generallerin yanında,
Fetullah Gülen
ve Süleyman
Demirel
’in eşgüdümünde, Amerika’dan özel olarak gönderilmiş
Kemal Derviş
’in gözetiminde,
Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Devlet Bahçeli, Bülent Ecevit, Hüsamettin Özkan, İsmail Cem
ve
Deniz Baykal
gibi politikacılar, hatta
YSK
’dan
Anayasa Mahkemesi
’ne kadar yargı ile YÖK, bazı rektörler ve
türbanlı kızlar
kullanılarak proje gerçekleştirildi. Sonuçta
AKP iktidar
oldu ve bu günlere geldik!...
Bakmadan Geçme





