- Haberler
- Dünya
- Prof.Dr.Ümit Yazıcıoğlu: Küresel Medya Söylemi, Siyasal Yönelimler ve Popülizmin Yansımaları, İsrail-Gazze Savaşı Bağlamında Avustralya ve Romanya Seçimlerinin Karşılaştırmalı Analizi
Prof.Dr.Ümit Yazıcıoğlu: Küresel Medya Söylemi, Siyasal Yönelimler ve Popülizmin Yansımaları, İsrail-Gazze Savaşı Bağlamında Avustralya ve Romanya Seçimlerinin Karşılaştırmalı Analizi
Özet Bu çalışma, 2023 sonrası İsrail-Gazze savaşının uluslararası medyada nasıl temsil edildiğini ve bu söylemlerin demokratik seçim süreçleri üzerindeki etkisini analiz etmektedir.Avustralya ve Romanya örnekleri üzerinden medya söyleminin siyasal kutupla
Özet
Bu çalışma, 2023 sonrası İsrail-Gazze savaşının uluslararası medyada nasıl temsil edildiğini ve bu söylemlerin demokratik seçim süreçleri üzerindeki etkisini analiz etmektedir. Avustralya ve Romanya örnekleri üzerinden medya söyleminin siyasal kutuplaşmayı, popülist hareketlerin yükselişini ve seçmen davranışlarını nasıl şekillendirdiği incelenmiştir. Noam Chomsky ve Edward Herman’ın “Propaganda Modeli” ile Stuart Hall’un temsil teorisi ekseninde yapılan analiz, medyanın sadece bir bilgi iletme aracı değil, aynı zamanda siyasal anlam üretiminin hegemonik bir taşıyıcısı olduğunu ortaya koymaktadır.
1. Giriş: Medya, Savaş ve Siyasal Yönelimler
Günümüz küresel siyasetinde medya, yalnızca haber üretimiyle sınırlı bir işlev görmemekte, aynı zamanda toplumsal algıların ve siyasal davranışların şekillendirilmesinde merkezi bir rol üstlenmektedir. Özellikle savaş ve kriz dönemlerinde, medya söylemi; gerçekliğin ideolojik olarak inşasına, ahlaki çerçevelerin yeniden tanımlanmasına ve seçim süreçlerinin etkilenmesine neden olmaktadır. Bu bağlamda, İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik operasyonları ve uluslararası basının konuya yaklaşımı, çağdaş medya-siyaset ilişkilerini anlamak açısından dikkate değer bir örnek teşkil etmektedir.
2. İsrail-Gazze Savaşı ve Uluslararası Medyanın Söylem Dinamikleri
İsrail’in 2023 sonbaharında başlattığı askeri operasyon, Gazze Şeridi’nde büyük bir insani krize yol açmış ve bu olay, küresel medya tarafından farklı bakış açılarıyla ele alınmıştır. Medya, çatışmanın temsilinde büyük ölçüde kutuplaşmış bir dil kullanarak, savaşın anlamı ve sorumluluğu konusunda derin epistemolojik farklar sergilemiştir. Bu kutuplaşma, sadece olayın haberleşme biçiminde değil, aynı zamanda medya organlarının hangi doğrulara dayandığını ve hangi ideolojik çerçeveleri benimsediğini de ortaya koymaktadır.
Batı merkezli medya, özellikle savaşın “güvenlik” bağlamında anlatılması yönünde güçlü bir eğilim göstermiştir. Öne çıkan anlatılar, İsrail’in “terörle mücadele” kapsamında, Hamas’ın gerçekleştirdiği saldırıların karşısında kendisini savunma hakkını kullandığına dair bir dil geliştirmiştir. Bu söylem, genellikle Hamas’ın Filistin halkının tamamını temsil ettiği veya bu halkın sorumluluk taşıdığı yönünde kolektif suçlamalarla pekiştirilmiştir. Medyada bu bakış açısını benimseyen yayınlar, örneğin The New York Times ve The Times of Israel, İsrail’in saldırılarını, güvenlik kaygılarına dayanan meşru bir tepki olarak sunarken, sivillerin ölümü gibi trajik olaylar da “kaçınılmaz zayiat” olarak tanımlanmıştır.
Diğer taraftan, özellikle Al Jazeera gibi medya organları, İsrail’in bombardımanları sonucu hayatını kaybeden Filistinli sivillerin acılarına odaklanan ve insani kriz üzerinden bir etik söylem geliştiren bir yaklaşımı benimsemiştir. Bu söylemler, sıkça “soykırım benzeri uygulamalar” ve “toplu cezalandırma” gibi kavramlarla desteklenmiş, aynı zamanda uluslararası hukuk referansları, özellikle Birleşmiş Milletler kararları ve Cenevre Sözleşmesi ile meşrulaştırılmıştır. Medyada, özellikle sivil altyapının, çocukların ve hastanelerin hedef alınması, savaş suçları ve insan hakları ihlalleri bağlamında gündeme getirilmiştir. Bu yaklaşım, çatışmanın sadece askeri bir operasyon değil, aynı zamanda uluslararası vicdanı zorlayan bir insani felaket olduğunu vurgulamaktadır.
Bu iki zıt söylem arasındaki gerilim, post-truth (hakikat sonrası) çağının medya evreninde gerçekliğin artık sabit bir olgu olmaktan çıkıp, ideolojik bir temsil haline geldiğini gözler önüne sermektedir. Jean Baudrillard’ın simülakr teorisi çerçevesinde, medya, savaşın gerçekliğini değil, onun ideolojik ve ahlaki anlamlarını inşa eden bir araç haline gelmiştir.1 Bu süreçte, medya sadece olayları aktarmakla kalmamış, çatışmanın moral ve etik boyutlarını, hatta hangi ölümlerin “değerli” olduğuna karar veren bir temsil gücüne dönüşmüştür. Medyanın bu temsil biçimi, savaşın doğrudan askeri ve siyasi dinamiklerinin yanı sıra, toplumların değer yargılarını şekillendiren önemli bir faktör olmuştur.
Öte yandan, İsrail’in Suriye ve Lübnan’a yönelik hava saldırıları, çatışmanın İsrail-Filistin ekseninin ötesine geçtiğini ve bölgesel güç dengelerini de etkileyen bir stratejiye dönüştüğünü göstermektedir. Bu saldırılar, İsrail’in güvenlik politikasının bölgesel bir boyut kazandığını ve sadece Filistin değil, bölgedeki diğer aktörlerle de doğrudan ilişkili olduğunu işaret etmektedir. Türkiye medyasındaki tartışmalar, İsrail’in bu eylemlerinin İran’a mesaj verdiği ve Lübnan’daki Hezbollah gibi gruplara yönelik bir güvenlik önlemi olarak değerlendirildiğini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, medya yalnızca savaşan tarafları değil, aynı zamanda bölgesel güçler arasındaki stratejik ilişkileri de analiz etme işlevi görmektedir.
Sonuç olarak, İsrail-Gazze savaşı, medyanın sadece bir olay raporlama değil, aynı zamanda savaşın anlamını inşa etme gücüne sahip olduğunu gözler önüne sermektedir. Küresel medya, bu çatışmayı aktarırken sadece bilgi iletmiyor; aynı zamanda savaşın ideolojik ve ahlaki çerçevelerini de belirlemektedir. Bu durum, post-truth çağında medyanın rolünü ve sorumluluğunu yeniden değerlendirmeyi gerektirmektedir.
3. Avustralya Örneği: Popülizme Karşı Siyasal Yeniden Doğuş
Avustralya’daki son seçimlerde merkez solun zaferi, yalnızca iç siyasetteki dengelerin değişimini değil, aynı zamanda küresel ölçekte yükselen popülist akımlara karşı seçmenin geliştirdiği tepkisel rasyonaliteyi de temsil etmektedir. Özellikle Rupert Murdoch’un medya tekelinin Yeşiller Partisi’ne yönelik olumsuz kampanyalarına rağmen seçmenin ekolojik kaygılar, sosyal adalet ve insan hakları eksenli talepleri önceliklendirmesi, medya gücünün mutlak olmadığını göstermektedir.
Bu durum, medya tüketiminin çeşitlendiği dijital çağda, kamusal bilincin yalnızca geleneksel medya ile değil, sosyal medya, bağımsız haber kaynakları ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla da şekillendiğini ortaya koymaktadır.
4. Romanya Örneği: Sessizlik, Ahlaki Zemin ve Siyasal Boşluk
Romanya’da yaklaşan seçim süreci, Gazze çatışmasının neredeyse tamamen medya gündeminin dışında bırakıldığı bir dönem olmuştur. Yerel medya, iç yolsuzluk, AB fonlarının kötüye kullanımı ve siyasal elitlerin güvenirliği gibi temalar etrafında şekillenmiştir. Bu “seçici suskunluk”, Avrupa genelinde artan antisemitizm ve İslamofobi tartışmalarıyla birlikte değerlendirildiğinde, merkez partilerin ahlaki zemin kaybını ve aşırı sağın bu boşluğu nasıl doldurduğunu göstermektedir.
Romanya örneği, medya söyleminin sadece içerik üretiminde değil, neyin konuşulabilir olduğuna karar vermede de belirleyici olduğunu kanıtlamaktadır. Bu, Stuart Hall’un temsil teorisinde vurguladığı şekilde, medyanın sadece “ne düşünüleceğini” değil, “ne hakkında düşünüleceğini” belirleme gücüne işaret eder.
5. Siyasal Hafıza, Popülizm ve Medya-Söylem İlişkisi
Gerek Avustralya gerekse Romanya bağlamında, medya söylemi popülist hareketlerin temsil ettiği ekonomik kırılganlıklar ve sınıfsal gerilimleri ya görmezden gelmekte ya da bu duygulara hitap eden yüzeysel analizlerle popülizmi yaftalamaktadır. Oysa yükselen yaşam maliyetleri, kırılgan orta sınıflar ve kırsal marjinalleşme gibi yapısal sorunlar, popülizmi besleyen temel dinamiklerdir. Medya söylemi, bu sorunları anlamlandırma sorumluluğuna sahip olduğu ölçüde, sadece kutuplaşmayı değil aynı zamanda çözüm arayışlarını da besleyebilir.
Gazze örneği ise, küresel etik refleksin yeniden şekillendiği bir mihenk taşıdır. Üniversite kampüslerindeki protestoların bastırılması, ifade özgürlüğünün selektif biçimde sınırlandırılması ve Batılı devletlerin çifte standartlı tutumları, liberal değerlerin içsel tutarsızlıklarını gözler önüne sermiştir.
6. Sonuç:
Medyanın Siyasal Alanı Şekillendiren Aktör Olarak Rolü
Bu çalışma, İsrail-Gazze çatışmasının Avustralya ve Romanya’daki seçim sonuçları üzerindeki etkilerini medya söylemi bağlamında analiz etmiş; medya kurumlarının yalnızca olayları aktaran değil, aynı zamanda siyasal alanı yapılandıran aktörler olduğunu göstermiştir.
Gazze örneği üzerinden geliştirilen bu karşılaştırmalı analiz, medyanın içeriksel, yapısal ve ideolojik boyutlarını bir araya getiren çok düzlemli bir yaklaşım önermektedir. Bu bağlamda, medya okuryazarlığının yeniden tanımlanması, yurttaşların pasif izleyiciler değil, eleştirel düşünen öznelere dönüşmesi açısından elzemdir.
Bakmadan Geçme





