- Haberler
- Dünya
- Prof.Dr.Ümit Yazıcıoğlu'nun Kaleminden: Orta Doğu'da Sıcak Günler: Büyük Savaş Tehlikesi Beliriyor!
Prof.Dr.Ümit Yazıcıoğlu'nun Kaleminden: Orta Doğu'da Sıcak Günler: Büyük Savaş Tehlikesi Beliriyor!
) Giriş Son günlerde, bölgede gerilimi artıran dikkate değer bir gelişme meydana geldi: Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah'ın ölümü.Bu olay, sadece Lübnan için değil, tüm Orta Doğu için tarihi bir dönüm noktası niteliği taşıyor.
) Giriş
Son günlerde, bölgede gerilimi artıran dikkate değer bir gelişme meydana geldi: Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah’ın ölümü. Bu olay, sadece Lübnan için değil, tüm Orta Doğu için tarihi bir dönüm noktası niteliği taşıyor. Nasrallah, uzun yıllar boyunca hem siyasi hem de askeri alanda verdiği mücadeleyle bölgenin en önemli figürlerinden biri haline gelmişti. Beyrut’taki olaylar sırasında, savunmasız kesimleri koruma planları yaptığına dair bilgiler sızmış durumda.
Bu kayıpla birlikte, Hizbullah ve destekçileri için yeni bir sürecin başlaması söz konusu. Nasrallah’ın liderliğinin sağladığı yapının ve yönlendirmenin yokluğu, örgütün geleceği üzerinde ne gibi etkiler yaratacağına dair önemli sorular doğuruyor.
Ayrıca, direnişin nasıl bir strateji izleyeceği ve Nasrallah’ın yerini alacak yeni liderlerin kim olacağı da merak konusu. İran İslam Cumhuriyeti, bu kaybı göz önünde bulundurarak beş günlük yas ilan etti. Bu gelişmelerin, bölgede mevcut güç dengelerini nasıl etkileyeceği önümüzdeki günlerde daha iyi anlaşılabilir.
Öte yandan, son dönemde İsrail’in Lübnan’daki operasyonları, bölgedeki hassas dengeleri bir kez daha sarstı ve yeni bir kriz dalgası ihtimalini gündeme getirdi. İsrail’in Nasrallah’a yönelik suikast girişimi, mevcut çatışmaları derinleştirebilecek bir hamle olarak değerlendiriliyor. Nasrallah’ın ölümü, sadece İsrail-Hizbullah gerilimi açısından değil, İran’ın bölgedeki stratejik rolü bakımından da önemli sonuçlar doğurabilir. Bu noktada, İran’ın izlediği yol haritası ve Hizbullah’ın bu yeni duruma nasıl tepki vereceği büyük bir merakla bekleniyor.
İsrail’in Operasyonları: Hizbullah’a Darbe Mi?
İsrail’in son operasyonları, Hizbullah’ın askeri gücünü zayıflatma amacını taşırken, Nasrallah’ın hedef alınması bu operasyonların ciddiyetini ortaya koyuyor. Le Parisien’in haberine göre, İranlı bir ajanın yardımıyla Nasrallah’ın Beyrut’taki karargahının yeri tespit edilmiş ve büyük bir saldırı düzenlenmiştir. Karargahta dev bir krater oluştuğu ve Nasrallah’ın hayatını kaybettiği iddiaları, henüz kesinleşmemiş olsa da, bu saldırının Hizbullah üzerinde kalıcı etkiler bırakacağı aşikâr.
İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) sözcüsü Peter Lerner, saldırının gerekçesi olarak Hizbullah’ın İsrail’e yönelik geniş çaplı bir saldırı hazırlığını göstermiştir. Bu bağlamda, Filistinli Hamas’ın Gazze’den başlattığı roket saldırılarının da İsrail’in Lübnan’a yönelik operasyonlarını hızlandırdığı vurgulanıyor. İsrail’in Lübnan’a yaptığı hava saldırıları sonucunda 30’dan fazla kişinin hayatını kaybetmesi ve yaklaşık 200 kişinin yaralanması, bölgede büyük bir sivil krize yol açmış durumda.
İran ve Hizbullah: Nasıl Bir Tepki Bekleniyor?
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, sadece bir örgüt lideri değil, aynı zamanda İran’ın bölgedeki Şii direniş hareketinin en sembolik isimlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Nasrallah’ın olası ölümü, Hizbullah’ın askeri kapasitesi ve moralini ciddi anlamda zayıflatabilir. Ancak Hizbullah, geçmişte de lider kadrosuna yönelik suikastlar ve saldırılarla karşılaşmış ve bu tür durumlar, hareketin direniş ruhunu daha da güçlendirmiştir.
İran Dini Lideri Ali Hamaney, bu operasyonun ardından Hizbullah’ın sadece Lübnan’da değil, tüm bölgede direnişi sürdüreceğini ve bu saldırıların hareket üzerinde kalıcı bir etki bırakmayacağını belirtti. Ancak İran’ın bu duruma nasıl bir yanıt vereceği büyük bir merak konusu. Tahran, bu saldırıya doğrudan askeri bir misilleme yaparsa, bölgede daha geniş çaplı bir savaşa zemin hazırlayabilir. Bu durum, ABD’yi de sürece dahil edebilir ve Orta Doğu’daki çatışmaları uluslararası bir boyuta taşıyabilir. İran’ın hareketsiz kalması ise hem iç kamuoyunda hem de bölgedeki müttefikleri arasında ciddi bir güven kaybına neden olabilir. Bu nedenle İran, hem bölgesel dengeleri gözeten hem de içteki hassasiyetleri dikkate alan bir strateji geliştirmek zorunda kalacaktır.
Bölgesel Denge ve Uluslararası Toplumun Rolü
İsrail’in Lübnan’a yönelik operasyonları, zaten istikrarsız olan Orta Doğu’daki güç dengelerini daha da kırılgan hale getirmiştir. Lübnan’da süregelen ekonomik ve siyasi kriz, Hizbullah’ın bu operasyona vereceği yanıtı daha da karmaşıklaştırmaktadır. Lübnan, iç savaş sonrası dönemde hala tam anlamıyla istikrar sağlayamamış bir ülke olarak, bu tür dış müdahalelere açık bir zemin sunmaktadır. İsrail’in Hizbullah’a karşı yürüttüğü bu operasyonlar, Lübnan’da siyasi ve toplumsal gerginlikleri daha da derinleştirebilir.
Bu noktada, uluslararası toplumun devreye girerek diplomatik çözüm yollarını zorlaması büyük önem taşımaktadır. İsrail ve Hizbullah arasındaki bu son çatışma dalgası, sadece Lübnan’ı değil, tüm Orta Doğu’yu etkileme potansiyeline sahiptir. İran’ın bölgedeki artan etkisi ve İsrail’in bu etkiye karşı verdiği tepkiler, büyük güçler arasında daha geniş bir müdahale ihtimalini gündeme getirebilir. BM, AB ve ABD gibi uluslararası aktörlerin, diplomatik yollarla tansiyonu düşürmeye yönelik aktif çaba göstermesi gerekmektedir. Aksi takdirde, bölgedeki mevcut kriz, daha geniş çaplı bir savaşa evrilebilir.
Suudi Arabistan’ın Öncülüğünde Yeni Bir Diplomatik Koalisyon
Son günlerde Orta Doğu’nun jeopolitik dinamiklerinde önemli bir gelişme yaşanmıştır. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, Filistin devletinin kurulması amacıyla uluslararası bir koalisyon oluşturulduğunu duyurmuştur. Bu açıklama, Filistin meselesinin uluslararası platformda yeniden gündeme gelmesine ve bölgedeki güç dengelerinin yeniden şekillenmesine zemin hazırlamaktadır.
Oluşturulan bu koalisyon, Arap ve İslam ülkeleri ile bazı Avrupa devletlerinin ortak bir hedef etrafında birleşme potansiyelini göstermektedir. Filistin’in bağımsızlık mücadelesini desteklemek, bu ülkelerin uluslararası alandaki etkisini artırma fırsatı sunmaktadır. Ancak, bu koalisyonun başarısı, katılımc ülkelerin siyasi iradesi ve kararlılığına bağlıdır. Diplomatik söylemlerle sınırlı kalmadan, somut eylemlerle desteklenen bir strateji geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Gazze’deki insani krizin durumu, bölgedeki uluslararası aktörlerin dikkatini daha fazla çekmektedir. Norveç Dışişleri Bakanı’nın dile getirdiği endişeler, mevcut çatışmaların genişleyerek bölgesel bir savaşa dönüşme potansiyelini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması çabalarının hızlandırılması, bölgesel istikrar ve uluslararası güvenlik açısından kritik bir adım olacaktır.
Arap ülkelerinin mevcut duruma karşı daha aktif bir tutum sergilememesi, bu ülkelerin iç siyasi dinamikleri ile doğrudan bağlantılıdır. Sözlü kınamalar ve geçici çözümler yerine, etkili ve sürdürülebilir stratejilerin geliştirilmesi, bu ülkelerin ulusal çıkarlarına hizmet edecektir. Bahreyn ve BAE’nin normalleşme adımları, bu süreçte dikkate değer bir örnek teşkil etmekte; zira bu ülkeler, Filistin davasına olan duyarlılıklarını zayıflatmış durumdadır.
Suudi Arabistan’ın öncülüğünde oluşturulan bu uluslararası koalisyon, Orta Doğu’daki siyasi dinamiklerin yeniden inşası açısından önemli bir fırsat sunmaktadır. Ancak, bu sürecin etkinliği, yalnızca koalisyonun varlığıyla sınırlı kalmayacak; Arap ve İslam ülkelerinin Filistin meselesine dair tutumlarını gözden geçirip somut adımlar atması da elzemdir. Aksi takdirde, bölgede süregelen çatışmaların derinleşmesi ve uluslararası toplumun bu duruma tepkisinin azalması riski ortaya çıkacaktır. Tüm siyasi aktörlerin bu tarihi fırsatı değerlendirerek etkili bir strateji geliştirmeleri büyük önem taşımaktadır.
Orta Doğu’da Yeni Bir Dönem
Sonuç olarak, İsrail’in Hizbullah’a yönelik operasyonları, Orta Doğu’da yeni bir kriz dalgasını tetikleyebilir. Nasrallah’ın öldüğü yönündeki iddialar henüz kesinleşmemiş olsa da, bu durumun Hizbullah ve İran üzerindeki etkisi şimdiden hissedilmeye başlanmıştır. İran’ın ve Hizbullah’ın bu duruma vereceği yanıt, Orta Doğu’daki güç dengelerinin geleceğini belirleyecek en önemli faktörlerden biri olacaktır. Bu süreçte uluslararası toplumun oynayacağı rol ise, bölgenin uzun vadeli barış ve istikrarı için kritik bir öneme sahiptir.
İsrail’in operasyonları ve İran’ın vereceği tepkiler, Orta Doğu’da yeni bir dönemin başlangıcını işaret edebilir. Bu nedenle, bölgedeki aktörlerin ve uluslararası toplumun, diplomasi ve barışçıl çözümler arayışıyla süreci yönetmesi gerekmektedir. Özellikle sivillerin can güvenliğini koruyacak adımlar atılması, bölgenin geleceği için büyük bir gerekliliktir. Aksi takdirde, bu yeni kriz, Orta Doğu’da yıllarca sürecek bir çatışma döneminin habercisi olabilir.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı’nın, Filistin devletinin kurulması amacıyla uluslararası bir koalisyon oluşturulduğunu duyurması, Orta Doğu’da önemli bir değişim potansiyeli taşımaktadır. Bu girişim, Filistin meselesinin uluslararası platformda yeniden ele alınmasına ve bölgedeki güç dengelerinin yeniden şekillenmesine zemin hazırlayabilir. Koalisyonun başarısı, katılımc ülkelerin siyasi iradesine bağlıdır ve yalnızca diplomatik ifadelerle sınırlı kalmamalı, somut eylemlerle desteklenmelidir.
Gazze’deki insani kriz, bölgedeki uluslararası aktörlerin dikkatini artırmakta ve Norveç Dışişleri Bakanı’nın belirttiği gibi, mevcut çatışmaların bölgesel bir savaşa dönüşme riski gündeme gelmektedir. Bu nedenle, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması çabalarının hızlandırılması, bölgesel istikrar ve uluslararası güvenlik açısından kritik öneme sahiptir.
Arap ülkelerinin mevcut duruma karşı daha etkin bir tutum sergilememesi, bu ülkelerin iç siyasi dinamikleriyle ilişkilidir. Bahreyn ve BAE’nin normalleşme adımları, Filistin davasına dair duyarlılıklarını zayıflatmıştır. Sonuç olarak, Suudi Arabistan’ın öncülüğündeki koalisyon, Orta Doğu’daki siyasi dinamiklerin yeniden inşası için önemli bir fırsat sunmakta; ancak bu sürecin etkinliği, somut adımlar atılması gerekliliğine bağlıdır. Aksi takdirde, bölgede çatışmaların derinleşmesi riski söz konusudur.
29 Eylül 2024, Lüksemburg
Bakmadan Geçme





