SELAHADDİN-İ EYYÜBİ TÜRK MÜ, KÜRT MÜ?

Selahaddin-i Eyyübi Hazretleri'nin TÜRK MÜ, KÜRT MÜ OLDUĞU konusunda tartışmalar var.Türkler, Türk Kürtler Kürt olduğunu savunurlar.

Selahaddin-i Eyyübi Hazretleri’nin

TÜRK

MÜ, KÜRT MÜ OLDUĞU

konusunda tartışmalar var. Türkler, Türk; Kürtler; Kürt olduğunu savunurlar. Tabii, bu konunun çözümü bize ait değildir. Tarihi soruların cevaplarını, ancak, tarihçiler verebilirler.

Ama ister Türk, İster Kürt asıllı olsun, fark etmez. Selahattin-i Eyyübi Hazretleri, büyük bir kahramandır ve Müslüman’dır. İslâm mücahididir. İstiklâl Marşı Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, “ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE” ithaf ettiği şiirinde:

“SEN Kİ, SON EHL-İ SALİBİN KIRARAK SAVLETİNİ,

ŞARKIN EN SEVGİLİ SULTANINI SALAHADDİN'İ,

KILIÇ ARSLAN GİBİ İCLALİNE ETTİN HAYRAN...

SEN Kİ, İSLAM'I KUŞATMIŞ, BOĞUYORKEN HÜSRAN,”

Diyerek Bu Büyük Kahramanı tebcil ederken, bir Türk olmasından ziyade, İslâm Dinine hizmet açısından bunu yapmaktadır.

Bizim bildiğimiz kadarıyla Selahaddin-i Eyubi Hazretleri, Azerbaycan asıldır. Yaşadığımız coğrafyada, Türk, Kürt, Arap ırkları birbirlerine öylesine karışıp,  kaynaşmışlar ki, gerçekte, kimin ne olduğu belli değildir. Asıl adının Yusuf olduğu ve Selahaddin adını sonradan

“DİNİN ONURU”

anlamında kendisine lâkap olarak verdiği bilinmektedir.

Selahaddin-i Eyyübi Hazretleri gerçekten Türk mü, Kürt mü, hatta Arap mı, sorusunu bir yana bırakalım ve bir anekdotla yazımızı noktalayalım:

“Vatan Şâiri” Namık Kemal’e sormuşlar:

-Neden, Türklerden hiç Peygamber yok?

Cevap vermiş:

-Kim demiş Türklerden Peygamber yok diye. İddia ediyor ve diyorum ki HAZRET-İ ÂDEM TÜRKTÜ!

Namık Kemal’in bu cevabından alınacak çok dersler var…

SİİRTLİ VE ŞANS

Öyle anlatılır ki, yıllar öncesi Siirt’te çok zengin bir tüccar varmış. Bu tüccar, genelde hayvan ticaretiyle uğraşırmış. Sürüler halinde koyun alır, satarmış. Bir gün, zengin adamın, hayvanlarına baksın diye tuttuğu çoban hastalanmış. Adam, koyun sürüsünün açlıktan kırılmasından korkmuş. Evlerinin bitişiğinde oturan fakir, amma tembel komşusunun evine giderek, bir günlüğüne koyunlarını ormana götürmesini ve ağaçlardan dallar keserek yedirmesini, bunun karşılığında kendisine 1 altın vereceğini söylemiş. Amma, tembel komşusu:

-1 değil, 10 altın da versen, ormana gidip, koyunlarını otlatmam!

demiş.

Tüccar, çâresiz olduğu için:

-Git, koyunları otlat, sana gerçekten de 10 altın vereceğim!

diye teklifte bulunmuş. Ancak, tembel komşu yine de koyunları otlatmayı kabul etmemiş. Oysa, 10 altın, bir çobanın neredeyse 2-3 aylık maaşına denk geliyormuş. Tüccarın uzaklaşmasından sonra, yapılan teklifi reddettiğine pişman olan fakir komşu, peşinden koşarak, teklifi kabul ettiğini söylemiş. Ancak, çok öfkelenmiş olan tüccar bu defa:

-Hayır, 1 altına götürürsen götür. 10 altın vermekten vazgeçtim. Varsın, koyunlar bugün aç kalsınlar, ölecek değiller ya!

diyerek, 10 altın vermekten vazgeçmiş. Tembel adam da, evinin yolunu tutmuş amma, 1 altın bile olsa paraya şiddetli ihtiyacı varmış. Kendi kendisine:

-1 altın da, 1 altındır. Gidip kabul edeyim ve hayvanları ormana götüreyim.

demiş.

Ancak, hayli kızgın olan zengin:

-1 altın da vermekten vazgeçtim. Bak, ayağın çıplak. Eski bir çarığım var. Ücret olarak çarığı kabul edersen ne alâ! Kabul etmezsen, sen bilirsin!

diyerek 1 atın vermekten vazgeçtiğini söylemiş. Fakirin ayakları gerçekten çıplakmış. 10 altını kabul etmemişken, 1 altına bile razı olmuş, ancak, şimdi o şansını da kaybetmiş. Zenginin getirdiği çarığa bakmış,

“çıplak

ayaklarıma ne güzel de uyar!”

diye düşünmüş ve kabul etmiş. Adam, eski çarığı vermiş. Fakir de, çarığı ayaklarına çekerek ormanın yolunu tutmuş. Bir taraftan da, ağaçlardan dalları nasıl kıracağını ve hayvanların önlerine koyacağını düşünüyormuş. Kendisi bu düşüncedeyken, bakmış ki, iri-yarı izbandut gibi biri, elindeki baltayla ağaçlardan dallar kırmağa ve kırdığı dalları aç olan hayvanların önüne yığmağa başlamış. Kendisinin, iş yapmasına da ihtiyaç kalmamış. Ancak, ağaçların dallarını keserek, hayvanların önüne koyan kişinin kim olduğunu merak etmiş. Biraz da korkarak yanına yaklaşmış ve:

-Sen kimsin, neden bu işi benim yerime yaptın?

diye soracak olmuş.

Beriki, cevap vermiş:

-Ben, bu işi senin yerine yapmıyorum. Hayvan sahibinin ŞANSIYIM. Bu işi onun için yapıyorum. İş sana kalsaydı, hayvanlar açlıktan kırılacaktı. Onun için, senin değil, hayvanların sahibinin imdadına yetiştim!

demiş. Fakir adam:

-Peki, benim şansım yok mu?

diye soracak olmuş.

Tüccarın, adam kılığına girmiş olan şansı cevap vermiş:

-Var, gel sana göstereyim

diyerek Onu, bir ağacın altında yatmakta olan pejmurde, sıska bir adamın yanına götürerek:

-İşte, senin şansın bu!

demiş.

Tembel Siirtli dayanamamış ve kendi şansına bağırmış:

-El âlemin şansına bak. Bir de senin bana yaptığına. 10  altından, 1 altına razı oldum. Sonunda çarıkta karar kıldım!

diye sitem etmiş.

Fakirin şansı cevap vermiş:

-Sen dua et ki, çarığı kabul ettiğin zaman, uyukluyordum. Yoksa, onu da sana verdirmezdim!

Siirtliler bu öyküyü, şanslı ve şanssız insanlar arasındaki farkı belirtmek açısından anlatırlar.

Fırsat buldukça, Siirt’e ait eski öyküleri yazmayı sürdüreceğiz.

Bütün okuyucularımıza BOL ŞANS DİLEKLERİMİZLE!

TAŞLAMALAR

YANGIN DÜŞMÜŞ MUTFAĞA

KİM SÖNDÜRSÜN YANGINI

GÖZÜNDE MERTEK OLAN

NASIL GÖRSÜN YAKINI

MEMUR, İŞÇİ, EMEKLİ

YARI TOKTUR, YARI AÇ

ŞİMDİ ESNAF VE ÇİFTÇİ

OLMUŞLAR NAN’A MUHTAÇ

TÜKENECEK SONUNDA

FAKİR FUKARA FONU

ARTIK GÖREN GÖRÜYOR

KÖTÜ BU İŞİN SONU

KENDİ ZENGİNLERİNİ

YARATTILAR BUNLAR DA

BİR ELLERİ YAĞDADIR

BİR ELLERİ DE BALDA

Bakmadan Geçme