SİİRT'İ YETERİNCE TANIYOR MUYUZ?
Siirt'in hemşerileri olarak, İlimizi yeterince tanıyor muyuz! Bu sorunun cevabını maalesef (HAYIR) olarak vermek gerçeğiyle karşı karşıyayız.İstedik ki, İlimiz ile ilgili tanıtıcı bir yazı kaleme alalım.
Siirt’in hemşerileri olarak, İlimizi yeterince tanıyor muyuz! Bu sorunun cevabını maalesef (HAYIR) olarak vermek gerçeğiyle karşı karşıyayız. İstedik ki, İlimiz ile ilgili tanıtıcı bir yazı kaleme alalım. Bu açıdan böyle bir yazı dizisini okuyucularımızın ve özellikle hemşerilerimizin dikkatlerine sunmak istedik:
SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRAS VE SİİRT’İN ŞANSSIZLIĞI…
Bir ara Kültür Bakanlığı, bütün illerde
SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRASIN TESPİTİ
konusunda çalışmalar yürütülmesi için Valilikler kanalıyla, İl Kültür Müdürlüklerine talimatlar göndermişti. Doğrusunu isterseniz,
Şehir olarak Siirt’in SOMUT OLMAYAN
KÜLTÜRÜNÜN TESPİTİ KONUSUNDA ŞANSSIZLIĞI VARDIR.
Bunun sebebi de, geçmiş yıllarda, Şehrimizde Arapçanın bozma bir lehçesi olan
(SİİRTÇE)'
nin dil olarak kullanılmasıdır. Büyüklerimiz tarafından öyle anlatılır ki, Şehrimizde, 1950’li yıllar öncesinde Türkçe bilen, Türkçe konuşan insan sayısı oldukça azdı. Siirtlilerin çoğu, adını “
SİİRTÇE
” olarak tanımladığımız
ARAPÇA BOZMASI bir LEHÇEYİ dil olarak kullanılırdı.
Cumhuriyet öncesi dönemlerde Şehrimizde medreselerde
ARAPÇA ÖĞRENİMİ
yapılmakla birlikte, medreselere devam edenlerin sayıları, oldukça azdı. Siirt Arapçasını (
SİİRTÇE
), kitap Arapçası olarak kullanmak ise imkânsız gibi. Bu bakımdan,
HALK
EDEBİYATI
olarak tanımlanabilecek mâniler, türküler, şarkılar, destanlar, atasözleri, hikâyeler yok gibi görünür. Oysa biz, gerçeğin bu olmadığını yakinen bilenlerdeniz.
Şehrimizde, artık bozma Arapça (
SİİRTÇE
) diliyle konuşanların sayıları da giderek azalmaktadır. Siirt’in yerli Arap Aileleri, okullarda zorluk çekmesinler diye, çocuklarıyla evlerinde
TÜRKÇE
konuşmaktadırlar. Bunun sonucu olarak,
SİİRTÇE
bilenlerin sayıları giderek düşerken, son yıllarda, köylerden, yapılan göçler sonucu,
KÜRTÇE KONUŞMA
ön plâna çıktı. Terör öncesi yıllarda Şehre gelerek yerleşen Kürt aileler, Arap aileler arasında asimile olurlardı. Terör öncesinde gelen ailelerin hemen hepsi,
SİİRTÇE KONUŞURLAR.
Amma, terör sonrası yoğun olarak başlayan göç, işi tersine çevirdi. Şimdi, Arap kesimi, Kürt kesimi içinde asimile olmakta.
Şehir olarak, Siirt’in köklü bir kültürü vardı. Bu kültür, gelenek ve göreneklerine de yansımıştı.
“Vardı, yansımıştı”
diyoruz. Yani, mişli geçmiş bir zaman diliminden bahsetmekteyiz. Siirtli Araplar, bugün somut olmayan kültürel miraslarını tamamen kaybetme riskiyle karşı karşıyadırlar. 1950’li yılların öncesinde yoğun olarak uygulanan örf, adet ve gelenekler, halk türküleri, şarkıları, mânileri, deyimleri tamamen yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Bu konuda Ahmet Arıtürk ve Muhammed Fatih Arıtürk tarafından yapılan müşterek bir çalışmayla
SİİRTLE İLGİLİ ANEKDOTLAR
kitabı yayınlandı. Siirt’e ait örf, adet ve gelenekleri, özet halinde sunarak gelecek kuşaklara aktarmak isteğinden kaynaklanan bu kitabın hacmini iki-üç katına çıkarmamız mümkün.
Diyeceğimiz şu ki,
“somut olmayan kültürel miras”
bakımından, Siirt Şehri, en zengin şehir merkezlerinden biridir. Ancak, daha önce bu Şehirde kullanılan lisanın bozuk lehçe bir Arapça (
SİİRTÇE
) olması ve bu kültürü ortaya çıkarmak azminde olanların bulunmaması, olanların da desteklenmemesi sebebiyle, gerçeğin tam zıddı bir izlenim ortaya çıkmaktadır.
SİİRT’İN GELİŞİMİ İLE İLGİLİ TARİHİ SÜREÇ SEYAHATNAMELERDE SİİRT (KÂTİP ÇELEBİ)
Siirt kenti, Diyar-ı Rabıa bölgesindeki bir dağın üzerinde kurulmuştur. Dicle'nin kuzey doğusuna düşen kent, Silvan'a bir buçuk, Diyarbakır'a dört günlük uzaklıktadır. Bitlis suyu ve kolları, Siirt’in Güneyindeki düzlükten geçer. Kentin Musul’a uzaklığı 5 günlük yoldur.
Yörenin Şafi Üzümü adıyla tanılan çok ünlü bir üzümü vardır. Bağları bahçeleri ve ekinleri genellikle yağmur sulanır. Başka bir deyişle, arazisi çoğu kez susuzdur. Halkı, kaynak suyundan yararlanır.
VON MOLTKE (XIX YY)
Siirt’e bir gezi yaptım. Güzel bir dağ şehri. Fakat son harpten sonra bir kısmı harabe haline düşmüş. Bir konak yerinin ötesinde, 300-400 adım genişliğinde fakat sığ olan Yezithane suyuna vardık. Burda durup kalmamak, ne pahasına olursa olsun ilerlemek istiyorduk. Birinci deneyişimde az kalsın atımla birlikte sürüklenecektim. Hayvanın ayağı ancak yere değebiliyordu. Bir saat ötede daha uygun bir yer bulduk. Bütün piyadeler göğüslerinin üstüne kadar suya batarak hemen karşıya geçtiler. Toplar tamamıyla gözden kayboluyordu. Deniz yüzünden 8000 ayak yukardaydılar ama, ırmağın yüzünün altındaydılar.
Burada bize düşman olan Hazo kasabasına kadar kısa bir yürüyüş gerekiyordu. Ertesi sabah iki kol halinde, ihtiyatla ilerledik. Topçu bize hemen giriş yolunu açacaktı. Fakat orada müdaafasız tebaadan başka kimsenin kalmadığını, bütün Müslümanların dağa kaçmış olduklarını öğrendik. Kasabanın önünde ordugah kurduk. Ertesi sabah erkenden yeni ordugaha gittik. Herkes gümüş gibi dupduru bir havuz meydana getiren muazzam pınara, büyük ceviz ağaçlarına, geniş buğday tarlalarına ve üzerinde araba işleyebilen yola hayran kaldı. Köy hemen tutuşturuldu. Ben bunu boş yere önlemeye çalıştım. Kaçanlara karşı sert davranmalı, fakat kalanlara aman vermelidir. Yoksa bu işin hiçbir zaman sonu getirilemez. Biz buraya varır varmaz kumandanın, kendisine katılmamız hakkındaki emri de geldi. Piyade hemen topları bırakarak emredilen yönde yola çıktı. Yolda bir düzine kadar köy tutuşturuldu. Nihayet derin bir dağ geçidinde bulunan büyük bir köye, Papura vardık.
SİİRT’İN İLK ADININ KAYNAĞI
Siirt adının Sami dilinden geldiği öne sürülmektedir. Bazı kaynaklarda bu adın Keldani dilinden kent anlamına gelen Keert (Kaa'rat) sözcüğünden kaynaklandığı yazılıdır. Bu ad isim kaynaklarında; Esart, Sairt, Siirt, Siird gibi çeşitli biçimlerde kullanılmıştır. Süryani'ler kente Se'erd (yöresel söyleyiş biçimiyle Sert) demişlerdir. XIX. yy da Sert, Seerd, Sört, sairt, olarak kullanılmış, günümüzde de Siirt biçimiyle benimsenmiştir. Şimdiki Siirt, Eski Siirt'in üstündeki sırtlarda kurulmuş olduğu için yukarıda sözü edilen "Sırt" kelimesi mevki ve kelime ilgisi bakımından daha uygun görülmektedir.
SİİRT İLE İLGİLİ ARKEOLOJİK ARAŞTIRMALAR VE BULGULAR
Dünyanın en eski insan Fosilinin Botan Vadisinde bulunduğu bilinmektedir. Yani, Siirtliler bir yerde insanlığın atası sayılırlar. İnsanlar, Botan vadisinden türemiş ve çoğalmıştır. Şehrimizin, şehir olarak yedi asırlık bir mazisi bulunmaktadır. 2002 yılında Botan Çayı kenarında Eğlence Köyünün az ilerisinde bulunan Çiçek Yurdu Mezrası yakınlarında başlatılan arkeolojik çalışmalar sonucu bir
TÜRBE HÖYÜK
ortaya çıkarılmıştır. Ege Üniversitesi Öğretim görevlilerinden Yardımcı Doç. Dr. Haluk Sağlamtimur ve ekibi tarafından yapılan çalışmalarda, Botan çayı vadisinin milattan 5 bin yıl öncesinden beri iskân edildiği, doğuyu, batıya bağlayan ipek yolunun Siirt’in yol güzergahında bulunduğu saptanmıştı. Diğer taraftan Osmanlı İmparatorluğu ile yaşıt olan Siirt’in, Yunanlı Yazar Ksenop'un
“ONBİNLERİN DÖNÜŞÜ”
adlı kitabında anlattığı ve Yunanlı Komutanın konakladığı alanın
Bağgöze (Lodi) ovası
olduğu belirtilmektedir. Bu vadi, dünyanın en güzel vadilerinden biri olduğu halde, maalesef, terör olayları yüzünden adeta boşalmış bulunmaktadır. Siirt Arapça’sının, İspanya’daki Endülüs Emevilerine ait Arapça ile örtüştüğü,
bu durumda Tarık Bin Ziyad'ın torunları olduğumuz bile iddia edilmekte.
İ. Ö - 3000 ve 2000`lerde Güneydoğu Toroslar iki kültür alanını birbirinden ayırmaktaydı. Güneyde Mezopotamya da gelişmiş bir tanım kültürü kuzeyde ise Doğu Anadolu’nun Yüksek Yaylasında ilkel tarımcılığa ve hayvancılığa dayalı, daha yavaş gelişen bir kültür vardı. İki kültürün kesiştiği yerde bulunan Siirt’te yayla kültürü özellikleri görülmekteydi. İÖ 3000`lerde yörede Huriler yaşamaktaydı.
Gök ve doğa tanrılarına bağlı dini Hurri (Sümer) Kültürü`nün etkisinde idi. Gılgamış Destanının Hurri Dilinde bir nüshası Boğaz köy Arşivinde bulunmuştur. Hitit Kültürü, Hurri Kültüründen geniş ölçüde etkilenmiştir. İ.O. XIII. yy a ilişkin Asur kaynaklarından, Doğu Anadolu Bölgesinde yaşayan toplulukların bir konfederasyon biçiminde Örgütlendikleri anlaşılmaktadır. Asur Kaynaklarında birliğin Ülkesinden Nairi adıyla söz edilmektedir. Bu topluluk İ.Ö. IX. yy da Urartu Devletini oluşturmuştur. Urartuların çeşitli Hurri Boylarından oluştuğu kabul edilmektedir. Doğu Anadolu’da Van merkezli bir uygarlık kuran Urartular, özellikle mimarlık ve maden bilgilisi alanında orijinal eserler meydana getirmişlerdir. Batıda Siirt, Pervari, Güneyde Türk İslam Sınırı, kuzeyde Van’ın 64 km Güneyindeki Bacirge yerleşim merkezi, doğuda Büyük zap Suyu ile çevrelenen alan, Hubuşkia diye adlandırılmaktaydı. Hubuşkia da doğal yapının engebeli oluşu yüzünden, yerleşmeler dağınık ve azdır. Mimari kalıntılar dağ düzlüklerinde, su kaynaklarında, maden yataklarında, yol kavşaklarında ve vadilerde bulunmaktadır. Van Gölü,nün Güneyindeki dağlık bölgede oldukça zengin maden yatakları olması nedeniyle, Asur Krallığı bölgeye yağma seferleri düzenlemiştir.
İ.Ö. VI. yy. ortalarında Siirt, tüm Anadolu’yla birlikte Pers Egemenliğine girmiştir. Persler Döneminde buralardan geçen Ksenefon, Anabasis adlı yapıtında yöreye ilişkin bilgiler, vermektedir. Dicle’yi izleyerek kuzeye yürüyen Ksenefon ve Onbunlar, Cizre den Sonra Karduklar Ülkesinden geçmişlerdir. Karduklar Pers Kralının yetkisine boyun eğmeyen bir topluluktu.. Buraların yerli halkı, Khaldiler di. Ksenefon, Özgür ve cesur bir kavim olan Khaldiler in mızrakları ve söğüt ağacından kalkanları olduğunu yazmaktadır. Medya ile Kapadokya arasında yaşayan bölge halkı Pers Yönetimine bağlanmış, Pers Dili ve dini yörede etkili olmuştur. Makedonya kralı İskender’in Asya Seferlerini izleyen Helenistik Dönem Kültürü, yörede hemen hiç etkili olamamıştır.
Medya ile Kapadokya arasındaki bölge, göçler nedeniyle etnik ve dinsel inanışlar yönünden çeşitlilik göstermektedir Urartular, İskitler, Medler ve Persler egemenlik dönemlerinde dinsel inanışlarını da buralara yaymışlardı. Dağlık alanlarda yaşayan kapalı toplulukların çeşitli din ve tanrıları vardı. İ.Ö. 150’lerden başlayarak yöreye egemen olan Partlar, Arsaklılar, Sasaniler dönemlerinde İran Tanrılarının ve inanışlarının etkisi güçlenmiştir. Yöreyi etkileyen Roma - Part, Roma - Sasani Savaşları, aynı zamanda iki dinin ve kültürün karşılaşması niteliğindeydi. 300’lerde Hıristiyanlık yayılmaya başladığında Zerdüşt Dini'ni benimseyen Sasaniler yörede Hıristiyan kıyımı yapmışlardır.
VII. yy ortalarında yeni bir güç olarak beliren Müslümanlığın ilk etkilediği yerlerden biri de Siirt’tir. Müslümanlığın ilk dönemlerinde Araplar, Güneydoğu Anadolu Bölgesini ele geçirmiş bunun sonucunda da Arap İslam Uygarlığı yayılmaya başlamıştır. Bir Arap kabilesinin adından dolayı Siirt’in de bulunduğu bu bölgeye Diyar-ı Bekir denilmekteydi. Dinsel bakımdan bölge ilkin önemli bir Harici merkeziydi. lX. yy dan sonra Hanbeli ve Maliki Mezhepleri aracılığıyla Sunnilik yayılmaya başlamış daha sonra Mervanoğulları döneminde Şafiilik, Türklerle Hanefilik yayılmış, öbür mezhepler giderek ortadan kalkmıştır.
MİLLİ MÜCADELEDE SİİRT
Siirt Milli Mücadele döneminde toprak ağalığı düzeninin ve aşiret ilişkilerini egemen olduğu tipik bir kasabaydı. Siirt, Rus askerleri tarafından işgâl edilme tehlikesini atlatmıştı. Bolşevik ihtilâliyle Rus askerleri geri çekilmişti.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Siirt’e gelen işgalci devletlerden bir diğeri de İngiltere idi. İngilizlere ait bir birlik, Siirt halkına gözdağı vermek amacıyla gelerek birkaç gün kaldıktan sonra geri çekilmişlerdir. Siirt bunun dışında yabancı güçlerin işgaline uğramamıştır. Müdafaa-i hukuk derneğini teşkil eden Siirt'in münevver zümresinin Milli Mücadelenin gerçekleşmesinde gösterdiği medeni cesaret takdire değer bir Vatanseverliktir.
1.Meşrutiyet döneminden itibaren Siirt'ten de Milletvekili seçilmeye başlanmış, ilk olarak Abdürrezzak Efendi 1908-1912 tarihleri arasında bağımsız milletvekili olarak görev yapmıştır. İkinci olarak Şeyh Nasreddin Efendi 1914-1918 tarihleri arasında yine bağımsız olarak görev yapmış, üçüncü olarak da Nazım Bey; Nisan 1912 Ağustos 1912 tarihleri arasında görev meşrutiyet meclisinde Siirt’i temsil etmiştir.
GÜNÜMÜZDE SİİRT
1894 Yılında Bitlis’e bağlanan Siirt, 26 Eylül 1919 yılında 48 sayılı Heyet-i Umumiye Kararı ile bağımsız sancak haline getirilmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında il olan Siirt, 16 Mayıs 1991 tarihinde 3698 sayılı kanunla 3`e bölünmüş Batman ve Şırnak ilçeleri de il olmuştur.
Beşiri, Kozluk ve Sason ilçelerini de kaybeden Siirt, gerek yüzölçümü, gerek nüfusu, gerekse ilçe ve köy sayısı itibariyle yaklaşık olarak yarı yarıya küçülmüştür. Ahmet Arıtürk’ün Siirt’in üçe bölünmesine tepki olarak o zamanlar yazdığı ve gazetelerde yer alan şiirini bu vesile ile bir kere daha sunuyoruz:
SİİRT’İM
KANADINI KOLUNU
KIRDILAR MI SİİRT’İM
ALLI TURNALAR GİBİ
VURDULAR MI SİİRT’İM
ŞIRNAK’I, ŞEHR-İ NUH’U,
BATMAN OLAN İLUH’U
SASON İLE KOZLUK’U
ALDILAR MI SİİRT’İM
BEŞİRİ, GÜÇLÜKONAK,
ARTIK SENİN DEĞİL BAK
NİCE KÖYÜNÜ NAHAK
ÇALDILAR MI SİİRT’İM
SENİ BULUP SAHİPSİZ,
HEP KODULAR NASİPSİZ
GİDENE KARŞI BİR GİZ
VERDİLER Mİ SİİRT’İM
ÂBİD SAYDILAR HİÇE,
HALİMİZ OLA NİCE
İKİYE DEĞİL ÜÇE,
BÖLDÜLER Mİ SİİRT’İM
(DEVAM EDECEK)
Bakmadan Geçme





