- Haberler
- Siirt Haber
- Siirtli Hemşerimiz Murat Akdemir'in Kaleminden: Yalanda Sınır Yoktur Dedirten, Eski Bir Hikâye
Siirtli Hemşerimiz Murat Akdemir'in Kaleminden: Yalanda Sınır Yoktur Dedirten, Eski Bir Hikâye
-Bendeniz 60 küsur yaştayım.Çocukluğumuzda, televizyonun hiç olmadığı bir dönemi yaşadık.
-Bendeniz; 60 küsur yaştayım. Çocukluğumuzda, televizyonun hiç olmadığı bir dönemi yaşadık. Sinema ile tanışmış olsak da, özellikle uzun kış gecelerinde, o dönemlerdeki biz çocukları asıl oyalayan, dedelerimizden ve büyüklerimizden dinlediğimiz hikâyeler oluyordu.
-Çevresinde; ister mizah olsun diye, bazen de alışkanlık yaptığı üzere; atıp tutanlar vardır. Birçok masal ve efsanede gerçek dışılık ve çok büyük abartmalar dinlemiş olabilirsiniz.
-Ama eminim ki dedemin bir zamanlar bize anlattığı "Galagatte hikâyesi" gibisini az duymuşsunuzdur.
Hikâye şöyle başlayıp, uzayıp gidiyor.
-Biz kuru gürültü ve şamatayı seven, gayet neşeli bir aile idik. Bize şamatacı aile anlamına gelen "Galagatte ailesi" diyorlardı.
-Üzerimize bir musibet düştü, 5 kişi iken altı olduk. (Kim'ne beyt Galagatte, ır'tamat aleyne habbe, kimne hamse, sırna sitte)
-Gezinirken Sultanın sokağına gittim. Sokak o kadar temizdi ki; 3-5 adam boyu çöp vardı. Yerde 3 farkı para gördüm. Biri kırık, biri delik, biri silik. Bu paralarla 3 farklı küp aldım. Delik küpe koyduğum etlerin, kemikleri eridi de; kırmızı etler küpte kaldı. Eriyen kemiklerin kokusuna bir köpek geldi, onu kovalamak için sopayla vurunca; gördüğüme inanamadım. Korkusundan, 70 arşın saten çıkarmıştı gerisinden. Çıkan gürültüyü duyan, köpeğin sahibi geldi, köpeğin arkasındaki parlayan saten kumaşı görünce, kumaşı almaya kalkıştı. Ne yapıyorsun? O benim deyince, tartışmaya başladık.
-Bunun üzerine kadıya gitmeye karar verdik. Kadıya varıp bu tuhaf olayı anlatıp, anlaşmazlığı çözmesini isteyince. Aranızda bir yarışma düzenleyeceğim. Kim daha büyük yalan atarsa, kumaş onun olacak dedi.
-Önce köpek sahibi söze başladı. "Benim dedemin bir değirmeni vardı, bu değirmeni kavak ağacının tepesine kurmuştu" diyerek palavrasını sonlandırdı.
- Uzunca hikâyemi anlatmak için, söze koyuldum. " Beni annem çağırıp, evde un kalmadığını, aşağıdaki 2 çuval buğdayı değirmene götürüp, öğütmemi istedi. Değirmen de; Siirt'in Kezer Çayının karşısında bir yerde. Evden bayağı uzakta olan değirmene gitmek için ahırdaki eşek ve katıra baktığımda, ikisi de yoktu. Bunun üzerine kümese yönelerek, oradaki horozu çıkardım. Buğday çuvallarını horozun sırtına vurdum ve horozun üzerine atlayarak, değirmene doğru yol almaya başladım.
-Kezer çayının önüne geldik, karşıya geçeceğiz; lakin o zamanlar köprü yok. Bunun üzerine belimdeki sapanı çıkarıp, buğdayları sapanla tek tek karşıya attım. Horozu ve kendimi de sapanlayarak karşıya attım.
-Karşıya geçince buğdayları toplayıp çuvallara koyunca; bir çuvalın hafif gelip, yükün bozulduğunu fark ettim. Hafif gelen çuvala bir taş parçası koydum. Dengelenmeyince; koca bir kaya parçası koydum. Yine de, çuval hafif geldi ve düzelmedi. Bunun üzerine buğday tanelerinden biri kayıp dedim. Buğdayı ararken, bir de baktım ki; bizim buğdayı bir karınca kapmış, hızla uzaklaşıyor. Hançerimi çıkarıp, karıncanın sol böğrüne 77 kez sapladıktan sonra; buğday tanesini alıp eksik çuvala koydum. Bir de ne göreyim, koskoca Kezer Çayı karıncanın akan kanından dolayı kıpkızıl akıyor.
-Buğdayı öğütüp geriye düştüm yola. Kezer'in kıyısına gelince, unları sapanla tek tek attım ve karşıya geçip topladım. Eve varıp, un çuvallarını anneme teslim ettikten sonra; yorulan horozu kümesine götürüp, üzerindeki çulu alınca; çuvallar tahriş etse gerek, horozun sırtında büyükçe bir yara oluştuğunu fark ettim. Sağa sola bu yaraya ne iyi gelir diye sorduğumda, buna; Hindistan cevizi iyi gelir dediler. Bunun üzerine Hindistan cevizi aramaya koyuldum, bulamayınca anneme sordum. Annem, dedi ki; babanla evlendiğimizde, bize lokum ikram etmişlerdi. Üzerinde Hindistan cevizi vardı. Hele bir bak, dişimin arasında ondan kalmış olabilir. Bunun üzerine, bir sopa yardımıyla, büyükçe bir Hindistan cevizi parçası koparıp, yoğurarak horozun sırtındaki yaranın üzerine koydum. Ben de, çok yorulmuştum. Dinlenmek için erkenden uykuya çekildim. Sabah; bizim horozun sırtındaki yara nasıl olmuş diye meraklanıp, kümese girince, bir de ne göreyim horozun sırtında koskoca bir Hindistan ağacı peydahlanmış. Cevizlerden bir tanesini düşüreyim diye; çevremde taş aradım, göremeyince sert bir toprak parçasını alıp attım, ağacın ötesine düşen toprak parçası koskoca bir bostan tarlasına dönüştü. Mevsim karpuz mevsimi olduğundan, tarladakiler karpuzları topluyorlar. Canım karpuz çekti. Amca, bir tane karpuz alabilir miyim deyince, ne demek oğlum diyerek, bana koca bir karpuz verdiler. Karpuzu kesmek için çakımı çıkardım. Tam karpuzun üstünden bir kapak kesip alırken, bizim çakı; karpuzun içine düştü.
-Çakı nerde diye bir bakayım derken, bende karpuzun içine düştüm. Bir anda; kendimi, bir şehirde buldum. Çakıyı ararken, benim gibi sağa sola bakınıp gezen bir adamcağız gördüm. Amca ne arıyorsun, sen de benim gibi bir şeyler mi kaybettin diye sorduğumda. Evet, oğlum dedi, ben; 70 deve ve bir eşekten oluşan kervanımı kaybettim deyince ben de çakı mı kaybettim, hadi öyleyse gel beraberce arayalım, dedim. Akşama kadar ara tara bütün çarşıları altüst ettikten sonra, yorgun argın vaziyette karnımızı doyurmak için, bir kelle paçacıya girdik, bana gelen tabakta bir kıl gördüm. Kılı çekince, bir de ne göreyim. Tam 70 deve ve bir eşek kılın üzerinde dizilmiş vaziyette dışarı çıkınca, adam kayıp kervanına kavuştuğu için çok sevindi, tam benim çakı nerde derken, bir de baktım ki eşeğin semerine saplanmış, ben de çakımı bulduğum için bayağı sevinmiştim, deyince; kadı bunun gibi bir dizi yalanı atanı, hiç görmemiştim, deyip; yalandan ortaya çıkan 70 arşın saten kumaşı bana verdi.
Bakmadan Geçme





