'SUSMA, SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK!'
Birçok eylemlerde (SUSMA, SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK!) sloganı atılır.Gerçekten çok anlamlı ve ibret verici bir deyimdir.
Birçok eylemlerde
(SUSMA, SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK!)
sloganı atılır. Gerçekten çok anlamlı ve ibret verici bir deyimdir. Buna benzer deyimlerimiz, atasözlerimiz vardır. Bir de buna ters anlamda olanlar vardır. Meselâ, (Bana dokunmayan yılan bin yaşasın) deriz. Oysa bize dokunmayan yılanın bir gün bizi de sokmayacağının garantisi yoktur.
Toplum olarak, haksızlıklara karşı el birliği içinde hareket etmeliyiz. Aksi takdirde, zulümler döner dolaşır, ayağımıza dolanırlar.
“
Haksızlıklar karşısında susan dilsiz
şeytandır”
mealinde bir hâdis-i şerif vardır. Haksızlığa, zulme ve zalimlere karşı çıkmak,
Kur’an’ı Kerim’in
emirlerindendir. İnsanlara yapılan haksızlık, eziyet ve işkence, haksız yere cana kıymak, hırsızlık yapmak, Allah’ın sınırlarını aşarak insanların hakkına tecavüz etmek büyük günahlardandır.
“Kim bir kişinin zalim olduğunu bilerek ona yardım etmek üzere zalim ile birlikte yürürse, İslâm’dan dışarı çıkmış olur”
buyrulmuştur.
“Zandan sakının. Çünkü zan sözün en
yalanıdır”
mealindeki hadis-i şerif ise sanki yasalarımızda yer alan
(MAKUL ŞÜPHE)
kavramını vurgular gibidir.
Öyle anlatılır ki, Hitler, Yahudilere karşı soy kırım uygulamaya başlayınca, diğer Almanlar
(bize ne!)
diyerek seslerini çıkarmadılar. Yahudilerin işini bitirdikten sonra, sıra Hıristiyanlara geldi. Onları da mezhepleri açısından soykırıma uğratmağa başladı. Öyle zaman geldi ki, Hitlerin bütün muhalifleri zulmünden hisselerini almaya başladılar.
Hatta bu konuda anlatılan bir anekdot vardır.
MARTİN NEİLMÖLLER
adlı Alman, Hitlerin zulmüne sessiz kalınmasına vurgu yaparak şöyle söylemiştir:
“Naziler, Komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım. Çünkü Komünist değildim. Sosyal Demokratlar içeri tıkıldığında yine sesimi çıkarmadım. Çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, yine sesimi çıkarmadım. Sendikacı da değildim. Benim için geldiklerinde ise sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
Evet, eğer haksızlıklara karşı susarsak, zulüm görmek sırasının bize geleceğini asla unutmayalım. Sıranın bize gelmesine fırsat vermeden, zalimlere karşı sesimizi yükseltelim, tavrımızı ortaya koyalım!
İMDAT FRENİ İLE KAHVE İSTEMENİN BEDELİ!
Trenin Kurtalan’a yeni geldiği yıllarda Siirtli zengin, birinci mevkide yer ayırtmış, iki-üç Arkadaşıyla Ankara’ya gidiyorlarmış. Aralarında, yine Siirtli olan genç bir öğretmen varmış. Onu da, Ankara’da kendilerine mihmandarlık yapsın diye götürüyorlarmış. Ne de olsa okumuş, uyanık biri!
Hemşerilerimiz trene binip, kompartmandaki yerlerini almışlar. Zenginin dikkatini
“İMDAT FRENİ”
çekmiş. Okuma yazma bilmediği için ne olduğunu, neye yaradığını bilememiş. Genç öğretmene sormuş:
-Bu ne işe yarar?
demiş.
Öğretmen, gösterilen şeyin
“İMDAT FRENİ”
olduğunu biliyormuş ama Hacı Ağayı oyuna getirmiş:
-Çay, kahve içmek isteyenler onu çekerler. Görevliler, gelip ne istediğini sorarlar!
diye cevap vermiş.
Bunun üzerine zengin Siirtli, imdat frenine asılıp çekmiş. Tren de, bir anda
“ZINK”
diye durmuş. İmdat freninin çekildiği kompartman belli olduğu için kondüktörler koşuşmuşlar, içlerinden biri, telâşla sormuş:
-Ne var, ne oldu?
Siirtli zengin cevap vermiş:
-Bize beş kahve getirin!
Bunun üzerine Kondüktör ceza makbuzunu çıkarmış ve makbuzu kesip:
-50 lira rica edeceğim!
demiş.
Henüz işin farkında olmayan zengin, çıkarıp 50 lirayı vermiş amma, söylenmeden edememiş:
-Yahu, trende bir fincan kahve kaç paraya ki…
Bakmadan Geçme





