• Haberler
  • TARIMIN VE HAYVANCILIĞIN RUHUNA EL FATİHA!!!

TARIMIN VE HAYVANCILIĞIN RUHUNA EL FATİHA!!!

Yarın (Tarım Öğretiminin 173.Yılı Kutlama Törenleri) etkinlikleri var.

Yarın (Tarım Öğretiminin 173. Yılı Kutlama Törenleri) etkinlikleri var. Türkiye’nin birçok İlinde olduğu gibi İlimizde de Siirt Üniversitesinin öncülüğünde Tarım ve Orman İl Müdürlüğü ile Ziraat Mühendisleri İl Başkanlığının organizesinde etkinlikler düzenlenecek. Türkiye, bir zamanlar

TARIM VE

HAYVANCILIK ÜLKESİYDİ.

Tarımın stratejik ve ekonomik değerini kavrayan Osmanlı dönemi yöneticileri bile tarımsal öğretime gereken hassasiyeti göstermişlerdi. Osmanlı’da İlk Çağdaş Zirai Eğitim Kurumu olan Ziraat Mektebi 1847 yılında hizmete girmişti. Bu tarih, çağdaşlaşmanın etkinlik kazandığı, üretimde bilimsel metotların uygulanmaya çalışıldığı bir dönüşüm sürecinin başlaması olmuştur. Birçok alanda olduğu gibi tarımda kullanılan yöntemlerin güncellenmesine de bu dönemde teşebbüs edilmiştir. Bu doğrultuda 1846 yılı sonlarında ülkede yetiştirilen pamuğun endüstriyel kullanıma uygun hale getirilmesi için modern tarım tekniklerinin uygulandığı Amerika’dan uzmanlar getirtilmiştir. Ancak sonradan hedef genişletilmiş ve uzmanların bilgisinden tarımın her alanında faydalanma yoluna gidilerek, modern tarımı öğrenmek ve yaygınlaştırmak adına bir eğitim kurumu açılması kararlaştırılmıştır. Böylece 1847 yılında aynı zamanda ülkenin ilk faal mesleki-teknik okulu da olan

Ziraat Mektebi’nin

açılması çalışmalarına başlanmıştır. 1848 yılında öğrenci alınarak eğitim-öğretime geçilmiş ve daha ziyade uygulamaya yönelik bir programa sahip olan mektep, yaklaşık 4 yıl faaliyet göstermiştir. 1852 yılında ise beklenen faydanın sağlanamadığı gerekçe gösterilerek kapatılmasına karar verilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti döneminde de bizzat

Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN

direktifleri doğrultusunda tarım ve hayvancılık çalışmalarına önem verilmiş, Osmanlı döneminde açılmış olan Halkalı Yüksek Ziraat Okulunun yerine 1930 yılında Ankara Yüksek Ziraat Okulu açılmıştır. Alman Ziraat Fakülteleriyle aynı eğitim sistemini benimseyen bu okul daha mezun vermeden üç yıl sonra Yüksek Ziraat Enstitüsü’ne dönüştürülmüştür. Yine Atatürk’ün direktifleriyle 2524 sayılı kanunla Cumhuriyet’in 10. Yılında 30 Ekim 1933 tarihinde Yüksek Ziraat Enstitüsü açılmıştır.

Türk tarımını modernleştirmek, sorunlarını bilimsel açıdan görmek ve çözmek, Türk tarımına hizmet edecek Ziraat Yüksek Mühendisleri yetiştirmek ve bu alanda eğitim-öğretim ve araştırma yapmak amacıyla kurulan Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün bünyesinde, Ziraat, Orman, Veteriner, Tabii İlimler ve Ziraat Sanatları Fakülteleri yer almıştır. Bu enstitünün eğitim ve öğretim sistemi, ilk iki yarılı kapsayan 10 aylık sürekli stajla birlikte 8 yarıyıl, yani 4 yıllık genel ziraat öğretimi esasına dayandırılmıştır.

1946 yılında çıkarılan 4936 sayılı yasa ile Türkiye üniversitelerine yeni bir yapı kazandırılarak ve özerklik verilerek İstanbul, İstanbul Teknik ve Ankara Üniversiteleri kurulmuştur. Yüksek Ziraat Enstitüsü ise 1948 yılına kadar öğretimine devam etmiş Ziraat ve Veteriner Fakülteleri Ankara Üniversitesine, Orman Fakültesi İstanbul Üniversitesine bağlanmıştır. Enstitü bünyesindeki Tabii İlimler Fakültesi Fen Fakültesi, Ziraat Sanatları Fakültesi ise Ziraat Fakültesi ile birleştirilmiştir.

1948 yılında yeni bir disiplinle Ankara Üniversitesi bünyesi içinde Türk yüksek öğretim hayatına katılan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi ülke tarımının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuş, Ziraat Yüksek Mühendislerinin ve bilim adamlarının yetiştirilmesinde önemli rol oynamıştır.

Özellikle 1955 yılına kadar ülkemizin tek ziraat fakültesi olarak görevini sürdüren Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi daha sonra; sırası ile Ege, Atatürk, Çukurova Üniversitelerini kuran, bunların Ziraat Fakültelerini geliştiren ve diğer Ziraat Fakültelerinin kuruluşlarında da katkıda bulunan “ana fakülte” olmanın sorumluluğunu ve onurunu taşımaktadır.

1980’li yıllara kadar tarım ve hayvancılıkta kendisine yeterli bir ülke olan Türkiye’de,

Tarımda çöküş, 1980 yılında, 24 Ocak kararları ile başlamıştır.

1980’li yıllara kadar tarımda ve hayvancılıkta kendi kendine yeten ve sayıları iki elin parmağını geçmeyen ülkeler arasında Türkiye de bulunuyordu. O zamandan bu zamana uygulanan neoliberal politikalar, tarımdaki kopuşu hızlandırmış ve

Türkiye’nin bir tarım ve hayvancılık ülkesi olmaktan çıkmasının yolunu açmıştır. Tarımda Buğdaydan mısıra, soyadan tütüne, canlı hayvandan kırmızı ete, nohuttan mercimeğe, hatta samana kadar neredeyse her ürünü ithal etmeğe başlarken, et ithalatı da almış yürümüştür. Bunun böyle olması sebeplerinin başında büyükşehir yasalarıyla çok sayıda köylerin, mahallelere dönüştürülmesi, tarımla uğraşan nüfus yüzde 20’lerden, yüzde 8’lere kadar gerilemesi olmuştur.

Tarımın sosyoekonomik yönünden ziyade, sadece kâr-zarar hesapları yapılarak ithalat öne çıkarılmış, tarım alanları ile meralar peyderpey ranta kurban edilerek, yapılaşmaya, toplu konutlara, enerji santrallerine, maden ve taş ocaklarına açılmıştır. Gelinen noktada, kazanamadıkları ya da ranta kurban giden tarlalarından yeterli verimi alamadıkları için köylüler, Belçika büyüklüğündeki bir alan kadar tarım alanını terk ederek şehirlerin çeperlerine yerleşmiş, üretici konumunda tüketici konumuna düşürülmüşlerdir.

Bugün için tarımın ve hayvancılığın içine düştüğü durumun en önemli gerekçesi etkililerin ve yetkililerin basiretsiz tutumları olmuştur. Bu bakımdan bizlere de

“TARIM VE HAYVANCILIĞIN RUHUNA EL FATİHA”

demekten başka yapacak bir şey kalmamış, demektir.

TAŞLAMALAR

TARIM VE HAYVANCILIK

BU ÜLKEDE ÖLMÜŞTÜR

(RUHUNA EL FATİHA)

DENİLİP, GÖMÜLMÜŞTÜR

SAMAN İTHAL EDER BİR

DURUMA DÜŞÜRÜLDÜK

NE OLDU DA TARIMDA

BİZ BU HALLERE DÜŞTÜK

SAMAN İTHAL EDERİZ

BAKINIZ HALİMİZE

BİR ZAMANLAR YETERKEN

TARIMDA KENDİMİZE

NE OLDU BU ÜLKEYE

ANGUT İTHAL EDERİZ

OYSA BİZ KOYUNLARA

MÜBAREK KURBAN DERİZ

Bakmadan Geçme