• Haberler
  • Genel
  • TÜRKÇE: HIRSIZ, ARAPÇA: ŞABBAT, KÜRTÇE: DIZZO!

TÜRKÇE: HIRSIZ, ARAPÇA: ŞABBAT, KÜRTÇE: DIZZO!

Son yıllarda üç dilli olmak merakı giderek empati buluyor.Hatipler Türkçe, Arapça ve Kürtçe hitap ederek ne kadar kozmopolit olduklarını ispata çalışıyorlar.

Son yıllarda üç dilli olmak merakı giderek empati buluyor. Hatipler Türkçe, Arapça ve Kürtçe hitap ederek ne kadar kozmopolit olduklarını ispata çalışıyorlar. Özellikle siyaset adamları üç dille mesajlar vererek ülkenin birlik ve beraberliğini vurgulamak hevesindeler. Hatta camilerde Türkçe, Arapça, Kürtçe mevlitler, kasideler okunuyor. Böylece mesajlar veriliyor.

Üç dil üzerinden kurgulanan bu göstermelik olaylar yaşanırken, ülkemizde en çok ihtiyaç duyulan bir kelimenin üç dilden karşılığını merak ettik. Türkçesi

(HIRSIZLIK)

olan kelimenin Arapça karşılığını

(ŞABBAT)

olarak saptadık. Aynı kelimenin Kürtçe karşılığı ise

(DIZZO)

olarak kullanılmakta.      Bu kelime, gerçekten çok önemlidir. Şimdi siyaset yapan bir hatip olsak ve üç dilli olmasıyla övündüğümüz Şehrimizde hitabet kürsüsüne çıkarak:

(EY HIRSIZLAR! EY ŞABBATLAR! EY DIZZOLAR!)

diyerek hitap etsek, bu sözleri kalabalıktakilerin kaçta kaçı kendi üzerine alır dersiniz. Bence, oran yüzde 50’nin aşağısına düşmez.

Hırsız, şabbat, dızzo

denilince sadece iş yerlerine girip soygun yapanlar, cepleri araklayanlar, başkalarının cüzdanlarına kap-kaç usulü dadananlar akla gelmesin.

Hırsızların, şabbatların, dızzoların

alanları öylesine gelişmiş ki, en saygıdeğer konumda olanlardan bile artık bu sıfatları hakketmekte, bu gerçeğe rağmen göğüslerini gere-gere aramızda gezip durmaktadırlar…

Sonuç itibarıyla bu saygıdeğer(!) hırsızlar, şabbatlar, dızzolar olmasaydı, herhalde toplum olarak bambaşka bir durumda olurduk.

“BU TÜRBEDEKİ DE, SENİNKİNİN  YAVRUSUYDU!”

Geçmiş yıllarda, uzun süre ortaklık yapan iki Siirtli ortak, önce çok kazanmışlar, ancak, bilahare bütün mal varlıklarını kaybetmişler. Ellerinde kala-kala bir kısrakla, yavrusu kalmış. İşlerinin ters gittiğini anlayan ve birlikteliğin bir anlamı kalmadığını kavrayan ortaklar, ayrılmağa karar vermişler. Ellerindeki son mal varlıkları olan kısrak ve yavrusu için kura çekmişler, birisine kısrağın kendisi, diğerine de yavrusu düşmüş.

Yolları ayrılan iki ortaktan, kısrağı alan, az bir  yol aldıktan sonra, zaten hayli yaşlı olan kısrağı ölmüş. Zavallı, çok sevdiği kısrağı için bir çukur kazarak hayvanı içine gömmüş ve derdinden oturup başucunda ağlamağa başlamış. O esnada, oradan bir kervan geçiyormuş. Kervandakiler , adamcağızın bir mezarın başında oturup ağladığını görünce sormuşlar:

-Hayrola, neden ağlıyorsun?

Kısrağının öldüğünü ve kendi çâresizliğine ağladığını söylemeğe utanan birinci ortak:

-Şeyhim öldü, onu gömdüm. Başucunda ağlıyorum!

demiş

.

“ŞEYH”

kelimesini duyan kervandakiler, adamı teselli etmişler. Çok büyük bir şeyh olarak empoze edilen

KISRAK İÇİN TÜRBE yapmışlar.

Türbeye de para ve eşya atmışlar. Bu durumu gören birinci otak, kendi kendisine karar vermiş ve oranın

TÜRBEDARI OLMUŞ!

Gelen giden bütün kervanlar, oradan geçerlerken, Türbeye bir şeyler bırakıyor, o da bu sayede geçimini yapıyormuş.

Aradan bir süre geçmiş, türbedar bakmış ki, türbenin yanından geçen kervanlar azalmış. Sebebini araştırmış, meğer aynı yol üzerinde çok daha ünlü bir türbe olduğu için, kervanlardan artık o yöreden geçiyorlarmış. Merak edip, işini bozan bu türbeye gitmeğe ve durumu öğrenmeğe karar vermiş. Gelmiş ve görmüş ki, bu türbede, türbedar olan eski ortağı değil mi. Birbirlerini görünce sarılıp, kucaklaşmışlar. Tenha bir yere çekip dertleşmişler. Birinci ortak gelişinin sebebini anlatınca, ikinci ortak demiş ki:

-Vallahi, benim türbemde yatan da, senin kısrağın yavrusu!

"

Enayiler olmazsa, iş kalmaz açıkgözlere” diyerek ortaklar tekrar bir araya gelmişler. Ama, bu seferki işleri ticaret değil. Türbedarlık olmuş. Bunun için bizim Siirtçede söylenegelen bir deyim vardır.

-Kıl kıbbe let hassıbe ız yara= her kubbeyi ziyaret zannetme!

Bakmadan Geçme