Ahmet Arıtürk

CÜLUS BAHŞİŞİ VE ULUFE DAĞITMAK!

Ahmet Arıtürk

Osmanlılar döneminde kullanılan iki önemli deyim vardı

(CÜLUS BAHŞİŞİ)

ve

(ULUFE

DAĞITMAK)!

Bunlardan Cülus Bahşişinin  uygulamasına Yıldırım Bayezid devrinde başlandığı iddia edilmekte ise de kanun haline getirilmesi Fatih Sultan Mehmet zamanında olmuştur.

(Cülus), Padişahın ölümü veya tahttan indirilmesi durumunda tahta geçen yeni padişah tarafından askerlere ve memurlara verilen hediyenin adıdır.

Ulufe ise yine Osmanlılarda kapıkulu askerlerine, saray ve devlet kuruluşlarındaki bazı görevlilere üç ayda bir verilen bahşişler anlamına gelir.

Cülus bahşişi bir defaya mahsus verilirken ulufe ise zamana ve zemine göre dağıtılırdı. Osmanlılarda tahta çıkan padişahların “kullarımın bahşiş ve terakkileri makbulümdür” şeklindeki karar ve bu kararın açıklanmasını askerin işitmesi kural olmuştu. Cülûs bahşişi her asker için aynı değildi. Yeniçeriler üçer bin, sipahiler biner, acemi oğlanları ikişer, cebeciler ve topçulara biner akçe verilmesi kanundu. Memurlardan sadrazama otuz bin, müderrislere üç bin, defterdara yirmi bin, nişancıya otuz bin, reisü’l-küttaba yedi bin akçe cülûs bahşişi verilirdi.

16.yüzyıl sonunda dönem dönem, cülûs bahşişini yeterli bulmayan Yeniçeriler sık sık ayaklanmışlar, çeşitli olaylara sebep olmuşlardır. Bu olaylar Osmanlı maliyesini zor durumlara sokmuştur. Padişah haznedarlarının da düşük ayarlı akçe basarak ulufeleri dolaylı şekilde kıstıkları olmuş, kendilerine düşük ayarlı akçe verildiğini fark eden askerlerin bu duruma karşı direndikleri olmuştur.

Peki, biz şimdi bu konuları durduk yerde neden gündeme getirdik. Günümüzde de değişen bir şey yok. Her seçim döneminde aynı durumu çeşitli adlar adı altında yaşamaktayız. 2023 seçim yılında Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlere gidilirken bir de bakıyorsunuz ki mali aflar çıkmış, maaşlar zamlanmış, asgari ücrete yüzde 55 oranında zam yapılmış, 20 yıldır haklarını alamayan EYT’lilere haklarının verilmesi için yasa teklifi hazırlanmış,

Ulufe ise zaten yıllardan beri dağıtılıyor. 5-10 yerden maaşa bağlananlar var. Bunlara verilen ulufe değil ise nedir!

Biz gerçekten de Osmanlıların torunlarıyız!!!

TÜRBAN SERBESTİSİ!!!

Onlarca meselemiz varken, Türkiye olarak döndük dolaştık yine türbana dolandık. Türkiye’nin gündemini meşgul eden “türban serbestisi” ve “ailenin korunmasını” içeren anayasa değişikliği teklifi, TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Anayasa komisyonunda görüşülürken, muhalefet partileri mensupları komisyonu terketti. “Hiçbir kadın tercih etiği kıyafetinden dolayı” başta eğitim öğretim hakkı olmak üzere hak ve hürriyetlerini kullanmaktan mahrum bırakılamayacak” denilirken. Mevcut anayasanın

“Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir”

hükmünü içeren 24. maddeye “türban serbestisi” fıkrasını ekliyor. Eklenen fıkra şöyle:

“Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanılması ile kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanılması hiçbir kadının başının örtülü veya açık olması şartına bağlanamaz.

Hiçbir kadın; dini inancı sebebiyle başını örtmesi veya tercih etiği kıyafetinden dolayı eğitim ve öğrenim, çalışma, seçme, seçilme, siyasi faaliyette bulunma, kamu hizmetlerine girme ile diğer herhangi bir temel hak ve hürriyeti kullanmaktan ya da kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan hiçbir suretle yoksun bırakılamaz. Bu nedenle kınanamaz, suçlanamaz ve herhangi bir ayrımcılığa tabi tutulamaz. Alınan veya verilen bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda devlet, ancak dini inancı sebebiyle kadının başını örtmesini ve tercih ettiği kıyafetini hiçbir suretle engellememek şartıyla gerekli tedbirleri alır.”

Teklif metninde yer alan “hiçbir kadın tercih ettiği kıyafetinden dolayı...” ifadesi, “kadınların kılık kıyafetleri ile ilgili geniş bir pencere açıyor.” Kulislerde, söz konusu hükmün “salt türban serbestisini içermeyeceği, bununla birlikte burka, çarşaf gibi ‘siyasal simge’ olarak nitelendirilen kıyafetlerin de önünü açabileceğine” dikkat çekiliyor. Bununla birlikte söz konusu fıkra ile “türban serbestisi” hükmü, salt kamu kurum ve kuruluşlarda değil, özel sektör için de geçerli olacak. Anayasa değişikliği teklif metninde yer alan fıkra bu haliyle, “hem devlet, hem de gerçek ve tüzel kişilere negatif bir yükümlülük getiriyor.” Teklifte, maddenin gerekçesine de şu örnek veriliyor:

“Bir kadının kamu veya özel kesimde görev alması yahut çalışması, anayasanın 70. ve 49. maddelerinde düzenlenen kamu hizmetlerine girme ve çalışma hakları kapsamında birer temel hak ve hürriyet olması hasebiyle, bu hakların kullanımı bakımından başı örtülü veya açık olması şartını içeren herhangi bir düzenleme yapılamayacak ve uygulamada böyle bir şart getirilmeyecektir.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen aylarda LGBTİ+ bireyleri hedef alan,

“LGBT diyorlar, güçlü bir ailede LGBT diye bir şey olabilir mi?”

ifadelerini kullanmış ve “ailenin korunmasına yönelik hükmü de anayasal güvence altına alacaklarını” belirtmişti. Erdoğan’ın sözünü ettiği düzenleme de anayasa teklif metnine girdi. Mevcut anayasanın 41. maddesi, teklifte şu şekilde düzenleniyor:

“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 41. maddesinin kenar başlığı “I. Ailenin korunması, evlilik birliği ve çocuk hakları şeklinde ve birinci fıkrasında yer alan ‘temeldir ve’ ibaresi, ‘temelidir. Evlilik birliği ancak kadın ile erkeğin evlenmesiyle kurulabilir ve’ şeklinde değiştirilmiştir.”

Gelelim, işin özüne. Geçmiş yıllarda, dinin, dindarların, tesettürlü bayanların, namaz kılmak için beş vakit camilere koşanların saygınlığı vardı. Çünkü dinin gereklerini Allah rızası için yerine getirdiklerine inanılırdı. Dini kuralları yerine getirmeyenler, hatta ateistler bile dindarlara karşı saygı duyarlardı. Günümüzde bu saygıyı adeta sıfırladı. Geçmiş yıllarda, bir başörtülü görüldüğü zaman, inancının gereği baskılara rağmen başını örtmesi takdire şayandı. Camilere gidenlere, namaz kılanlara gıptayla bakılırdı. Haksızlık yapacaklarına, kimseleri mağdur edeceklerine asla inanılmazdı. Alavere-dalavere işlere bulaşacaklarına ihtimal verilmezdi. Dindarların halk nazarında kıymetleri bugünkünden kat-kat üstündü.

Günümüzde başörtüsü takarak, tesettüre yönelen bayanların sayıları giderek artıyor. Namaz kılanların sayılarında da artış var. Hacıların, hocaların, umrecilerin sayıları arttıkça artmakta! Özellikle bürokratlar hacca, umreye gitmek işinde adeta yarış halindeler. Kadınlar tesettüre bürünürken, erkekler de bıyık ve sakal bırakarak, sünnete uygun erkek tipi sergilemek peşindeler. Bunlar hep güzel gibi görünen işler amma, içimizi kemiren

(Acaba bu yapılanlar ALLAH RIZASI için mi, bir yerlere mesaj vermek amacına mı yönelik)

şüphesidir!

İş adamları, Cami inşa etmek, İmam Hatip Okulları, Kur’an Kursları açmak işinde yarışır hale geldiler. Bu gidişle yüzde yüzü imam olan bir nesil yetişecek! Herkes imam olunca, cemaat kalmayacak! Bilgi ve teknoloji işi Allah’a emanet! Mesleki okullardan sadece imam hatipler revaçta! Ne de olsa, bu okullardan koca bir cumhurbaşkanı çıktı!

Evet, 20 yıllık AKP döneminde dini bütün(!) insanların sayısında adeta patlama yaşanıyor. Merhum Necmettin Erbakan’ın kerameti gerçekleşti. Hani, türbanlı kızların üniversitelere kayıtları yapılmadığı zaman (Gün gelecek, rektörler türbanlı öğrencilere selam duracak) demişti ya! Dediği oldu. Rektörler, gerçekten türbanlı öğrencilere selam durmağa başladılar. Bu arada, türbanlı bakanlarımız, sefirelerimiz, rektörlerimiz, dekanlarımız bile oldu!

Bütün bunlar, gerçekten ALLAH RIZASI için yapılıyor desek bile, Türkiye’nin dar-ül harp(!) olduğunu iddia ederek Devletin mallarını Müslüman kardeşler arasında dağıtmanın, ateistlere, dinsizlere, namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara hiçbir hak tanımamanın, türban takmayan kızları, kadınları hor, hakir görmenin mantığını anlamak zor!

Yine AKP iktidarı döneminde eskiden kalan ve unutulmaya yüz tutmuş İslami deyimler yeniden kullanım alanına girmeğe başladı. AKP, Müslüman bir iktidar ya! Her fırsatta, dini deyimleri kullanıp, kendisine göre yorumlar yaparak, mesajlar veriyor!

Onun kullandığı deyimlere karşılık, muhalefet de yine İslami terimlerin zıtlarıyla cevap vermekte!

asırda medeni dünya ülkeleri kuyruklu yıldıza bile füzeler konuşlandırırlarken, biz böylece asırlar öncesine dönüş yaptık!

Kısacası, sorunları türbana dolamak istiyoruz. Ama türban sorunların üstünü örtmeğe yetmiyor.

DEYİMLERLE İSLAMİYET!

Son yıllarda sık-sık duymağa başladığımız deyimler arasında:

Musa ve Firavun,

Harun ve Karun,

Ebuzer ve Muaviye,

Hüseyin ve Yezid,

Dar-ül İslam ve Dar-ül Harp gibi deyimler yer almakta.

Tabii, bunların yanında daha bir sürü İslami deyimler kullanılıyor. Biz, deyimler içinde en önemli olarak tespit ettiğimiz yukarıdaki deyimlere açıklık getirelim istedik.

Hazret-i Musa (Peygamberimize, O’na ve cümle peygamberlere salat ve selam olsun) beş Ululazm peygamberden birdir. Firavun’a karşı direnişiyle bilinir. Firavun (Hz. Musa’nın dönemindeki Firavun) zulmüyle meşhur bir yöneticidir. Haşa, kendisinde bir uluhiyet  vehmetmekteydi.

Hazret-i Harun, Hazret-i Musa’nın kardeşi ve yardımcısıdır. Karun ise aynı dönemde yaşayan, önce mütevazi ve fakir bir Müslümanken, sonradan haddinden fazla zenginleşen ve şımararak dinden çıkan bir haddini bilmezdir. Bunun için, haksız kazanç sahibi aşırı zenginler Karun’la özdeşleştirilirler.

Ebuzer (Allah ondan razı olsun) Peygamber Efendimizin en yakın sahabelerindendir. Muaviye ise İslam dinini sonlarda kabul eden sahabeler arasında sayılır. Ebuzer tevazuun ve fakirliğin, Muaviye ise kibrin ve ihtişamın sembolüdür.

Hazret-i Hüseyin, Peygamber Efendimizin iki mübarek torunlarından biri, Hazret-i Ali’nin (Allah ondan razı olsan) oğludur. Kerbelâ vakasıyla Mazlumların sembolü olmuştur. Yezid ise, Hazret-i Hüseyin-i katlettiren, zulmün sembolü bir isimdir.

Dar-ül İslam, İslam dininin serbestçe yaşandığı ve hakim olduğu vatan topraklarıdır. Dar-ül harp ise Müslümanların eza ve cefa gördükleri, dinlerini yaşayamadıkları gavur topraklardır.

Şimdi günümüzdeki Musaların, Harunların, Ebuzerlerin, Hüseyinlerin kimler oldukları ile Firavunları, Karunları, Yezitleri tahayyül edin. Türkiye dar-ül harp mi, dar-ül İslam mı, onun da kararını siz  verin!!!

Evet ve maalesef AKP iktidarında Türkiye iki kutuplu bir ülke oldu! İnananlar(!) ve (İnanmayanlar(!) Başörtülüler ve başörtüsüzler! Dinciler ve dinsizler! Biat edenler ve biat etmeyenler! Suniler ve Aleviler! Bizden olanlar ve bizden olmayanlar…

100 yıllık Türkiye Cumhuriyetinin bu kadar bölündüğü geçmiş yıllarda hiç mi, hiç yaşanmamıştı! Laiklik ilkesinin, bu açıdan ne kadar önemli olduğu ve toplumu birleştirmekte adeta zamk görevi gördüğü açık bir şekilde ortaya çıktı. Laiklik gitti, birlik, beraberlik bitti! Gerçekten, yazık oldu bu ülkeye!

TAŞLAMA

CÜLUS BAHŞİŞİ İLE

ULUFELER DAĞITMAK

BİZE OSMANLILARDAN

KALAN BİR MİRASTIR BAK

GERÇEKTEN DE OSMANLI

TORUNLARIYIZ BİZLER

SEÇİMLERDE KESENİN

AĞZINI AÇTIK BEYLER

MALİYESİ DEVLETİN

GERÇEKTEN DOLU OLSA

ALKIŞ TUTARDIK ELBET

ULUFEYE, CÜLUSA

SEÇİMİ ALMAK İÇİN

MALİYEYİ BATIRMAK

SONUCU OLACAK BU

BATAN MİLLET OLAK

Yazarın Diğer Yazıları