
12. ULUSLARARASI KADINLAR KONGRESİ 18 NİSAN 1935'TE ATATÜRK'ÜN HİMAYESİNDE İSTANBUL'DA DÜZENLENMİŞTİ
Cüneyt Arıtürk
Yeniden kafes arkasına çekilmek istenen kadınlara her alanda haklar tanıyan ilk devlet Türkiye, ilk lider Mustafa Kemal Atatürk’tür. 18 Nisan 1935’te Dünya Kadınları 12. Uluslararası Kadınlar Kongresi için İstanbul’da bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün himayesinde toplanmış ve sorunlarını haykırmışlardır.
Uluslararası Kadınlar Birliği 12. Kongresini 1935 yılında 18-24 Nisan tarihleri arasında ve Türk Kadınlar Birliğinin ev sahipliğinde, İstanbul’da gerçekleştirmişti. 40 kadar ülkeden 360 delegenin katıldığı ve dönemin basını tarafından “Feminizm Kongresi” olarak adlandırılan kongreye damgasını vuran tema, faşizmin yükseldiği ve İkinci Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin duyulduğu bu yıllarda, “barış” oldu. Ama kadınların savaş ve silahlanmaya karşı sesleri ve sözlerinin yanı sıra kongrenin gündeme aldığı ve karara bağladığı konular arasında seçme ve seçilme hakkı için uluslararası mücadeleyi sürdürmek, dünya kadınlarının işbirliği, kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmesinin sona erdirilmesi, çok eşliliğin engellenmesi, dul kadınların durumu, kadın işsizliği ve yoksulluğu, genelevlerin kapatılması ve (onların tabiriyle) fahişeliğin yasal olarak sınırlandırılması, kadınların kölelikle eşdeğer şartlarda çalıştırılmasının önüne geçilmesi, manda altında yaşayan kadınların yaşam koşullarının düzeltilmesi, kadının uyruğu ile ilgili sorunların uluslararası bir sözleşme ile çözümlenmesi, ahlak alanında kadın ticareti ile mücadele edilmesi, ahlakta kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, evli kadının çalışma hakkı üzerindeki engellerin kaldırılması ve kadın mültecilerin sorunlarının çözülmesi bulunuyordu. Türkiye kadın hareketi tarihi açısından hem böylesine büyük ve uluslararası ilk kongre olmasından hem de Türk Kadınlar Birliği’nin kapanması/kapatılması sürecindeki rolünden ötürü önem arz eden buluşma, organizasyonun diğer ortağı olan Uluslararası Kadınlar Birliği açısından ise feminizmin ilk dalgasının “uluslararasılaşma ve kolektif bir kimlik oluşturma” çabasını temsil ediyor. Henüz ömrünün başında olan genç Cumhuriyet, yani Türkiye hükümeti, ise bu konferansı o zamanın ‘yeni Türkiye’sini’ uluslararası arenada tanıtmak, nasıl modernleşmiş olduğunu göstermek için bir fırsat olarak değerlendiriyor.
12.kongreyi planlamak üzere Marsilya’da 1933’te ara kongre gerçekleştiğinde Türkiye’de kadınlar belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını kazanmıştı. Bunun üzerine Türkiye Hükümeti “inkılâbımızın Türk kadınına kazandırdığı yüksek mevkiinin ve umdelerin harice de duyurulması için propaganda zemini” olarak gördüğü bu kongreye katılım için TKB’ye ödenek verdi ve Seniha Rauf ve Lamia Refik katılarak dünya kadınlarını Türkiye’ye davet ettiler. 1934’te Meclis seçimlerinde de seçme ve seçilme hakkının kazanılması, yani kadınların siyasal haklarını elde etmesi üzerine İstanbul 12. kongrenin yeri olarak belirlendi.
Bu yer tercihinde bir etken de Türkiye Hükümeti’nin kongreye sağladığı maddi destek oldu. Kongre ilk kez Müslüman bir ülkede toplanıyordu ve kongrenin katıldığı ülkede kongre hükümet tarafından ilk kez bu ölçüde destekleniyordu. Türk hükümeti kongrenin Türkiye’nin tanıtıma yapacağı katkıyı göz önünde bulundurarak kongreye destek veriyordu. Ulaşım, konaklama, haberleşme olanakları kongreye katılan delegelere ücretsiz sağlandı. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti konsoloslukları delegelere ücretsiz vize verdiler. Bunun haricinde de 12. Uluslararası Kadınlar Kongresi’ne özel pullar TBMM kararıyla basıldı ve bunların gelirinin yarısı Uluslararası Kadınlar Birliği’ne bağışlandı. Pullarda dünyaca ünlü kadın yazarlar, edebiyatçılar, çeşitli alanlarda öne çıkmış kadınlar, Nobel ödülü almış kadınlar ve IAW’ın ilk başkanı Carrie Chapman Catt’in yanı sıra Atatürk de yer alıyordu. Bu pullardan elde edilen gelir, IAW tarafından 1937’de Zürih’te organize edilen Barış ve Feminizm konferansı için kullanıldı.
Atatürk, 18 Nisan 1935’te de kendisinin himayesinde İstanbul’da toplanan ve aralarında ünlü nükleer fizikçi Madam Eve Curie’nin de bulunduğu, dünyanın dört bir yanından gelen kadınların katıldığı “Milletlerarası İlk Kadın Kongresi” delegelerine şöyle seslenmişti:
“Türk kadınının dünya kadınlığına elini vererek, dünyanın barış ve güveni için çalışacağına emin olabilirsiniz.”
Ulu önder, Türk kadınlarının hiçbir alanda erkeklerden ve Avrupalı kadınlardan geri kalmayacakları yolundaki inancını da şu sözleriyle belirtmiştir: “Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip, donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım.”
Türk toplumunun gelişip yükselmesinde aile yapısının önemine inanan Atatürk, şöyle demektedir:
“Bu millet esas terbiyesini aileden almaktadır. Türk milleti öyle analara sahiptir ki her bir devrin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir. Türk kadını daha büyük nesiller yetiştirmeye kabiliyetlidir.”
Türk kadını, yüzyıllardır özlemini çektiği haklarına sahip olmada; en azimli, inançlı ve güçlü desteği Atatürk’ten almış ve çağdaş ülke kadınlarının önüne geçmiştir. Örneğin; İtalya’da kadınlar ancak 1948 yılında seçimlere girebilmişler. Japon kadınları ise seçim haklarını ancak 1950 yılında alabilmiştir. Medeni Kanunları aldığımız İsviçre’de ise, kadınlar haklarını 1971 yılına kadar alamazken, çağdaşlaşmada örnek aldığımız İsveç ve Danimarka gibi ülkelerde de durum farklı değilken, Türk kadınına 1935 yılında seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Bu vesile ile bakın Atatürk nasıl seslenir: “Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medeni mevkiini selahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, Belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu salahiyet ve liyakatle kullanacaktır.”
Atatürk hayatta iken yapılan 1935 yılı seçimlerinde ilk kez seçilme hakkını da kullanan Türk kadını, TBMM’ne onsekiz kadın milletvekili ile girmiştir. Bu onsekiz Türk kadının yüce meclisin çalışmalarına ne ölçüde katkıda bulundukları ve kararlarında ne denli etkili oldukları meclis tutanakları ile sabittir. Ayrıca kişisel tutumları da övünç vesilesi ve geleceğe olan inançları kuvvetlendirici mahiyette olmuştur. Atatürk’ün, çağı ve değişeni değil, değişecek zamanı milletine göstermesi, kadın hakları ve kadın-erkek eşitliği konularında, “BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, “İnsan Hakları Sözleşmesi” gibi konular, daha insanlık tarihinin ufkunda bile görünmemişken Türk Kadınına, haklarını vermesinin değeri daha iyi anlaşılır. Bağımsızlık mücadelesi yapan ülkeler nasıl Atatürk’ü örnek bir lider almışlarsa, kadın hakları uğruna uğraş ve savaş verenler de, onu bir devrimci olarak aynı şekilde örnek almak durumundadırlar. Çünkü bütün insanlık tarihi boyunca, tarihin hiçbir döneminde, hiçbir lider kadın hakları konusunda Atatürk kadar önsezili ve ön görüşlü olmamış, onun kadar uğraş ve savaş vermemiştir.
Kongre sonunda TKB Başkanı Latife Bekir, Uluslararası Kadınlar Birliği’nin başkan vekilliğine seçilerek Türkiye’den yönetime giren ilk kişi olsa da, TKB 10 Mayıs’taki toplantısında oybirliği ile kapatılınca bu görevinden istifa edeceğini açıkladı. Başkan vekilliği görevini bıraksa da 1936-1938 arasında Uluslararası Kadınlar Birliği yönetiminde kaldı. TKB’nin Birlik’teki üyeliği ise sona erdi. 1949’da Türk Kadınlar Birliği yeniden kurulunca Latife Bekir Amsterdam’da gerçekleştirilen 15. kongreye katıldı ve burada TKB yeniden Uluslararası Birlik’e üye oldu. Daha sonra, 1961’de Dublin’de düzenlenen 19. kongreye Bakanlar Kurulu kararıyla TKB idare heyeti üyesi ve genel sekreter yardımcısı Ayşe Erkut katıldı. Hatta TKB’nin “merkezi Londra’da bulunan Uluslararası Kadınlar Birliği ile işbirliği yapmasına” 26 Kasım 1973 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından karar verildi. Yani ilişki 1935-49 arası sekteye uğrasa da sonrasında sürdürüldü.
İstanbul’da gerçekleşen kongrenin arkasında yatan bir diğer nokta ise Uluslararası Birlik’in “doğu kadınlarını” da katmak istemesiydi. Ulaşım açısından İstanbul’un daha kolay bir nokta olmasıyla gerçekten de katılım çeşitlendi. Ancak Birlik’in “batılılığına” çeşitli eleştiriler de yapıldı. Örneğin Hindistan delegesi İ. Hüseyin “Batılıların işbirliğinin ırka dayalı üstünlük ya da hamilik taslayarak olmaması” gerektiğini vurgularken, Arap Kadın Birliği’ni temsilen katılan Julia Dimeşkıyye de “bir tek ülke baskı altındaysa, barış için yapılan tüm fedakârlıklar anlamsızdır” diyordu. Ayrıca dönemin gazetelerinde İstanbul’da gördükleri modernliğin “doğulu köle kadın” imajına sahip batılı kadınları şaşkına çevirdiği ifade ediliyor, oryantalist bakışlarından söz ediliyordu. Mısır delegesi ve Kahire tren istasyonunda peçesini atmakla tanınan Hüda Şaravi ise konferansa damgasını vuran barış konusunda: “Esasen şark daima sulh istemiştir. Garbde de sulhun takdir edilmeye başladığını ve garb kadınlarının da sulh için çalıştıklarını görmek memnuniyetimizi mucib olmaktadır,” diyordu.
“Barış” gerçekten de TKB için beklenmedik şekilde konferansın ana teması haline geldi. Komisyonlar olarak çalışan kongrenin komisyonlarından birisi Sulh (Barış) Komisyonu’ydu. Konferans kadınların siyasi hayata katılımı ve barış arasında doğrudan bağlantı kuruyordu. Yani daha fazla kadının siyasette olmasının dünya barışını sağlayacağı ifade ediliyordu. Feminizm temelinde bu bağlantının kurulmasının arkasında kadın hareketini uluslararasılaştıran üç büyük örgütten birinin Barış ve Özgürlük için Uluslararası Kadın Ligi (Women’s International League for Peace and Freedom / WILPF) olması da yatıyordu. Nitekim IAW Başkanı Corbett-Ashby’nin açılış konuşmasında da vurguladığı üzere WILPF daha birkaç sene öncesinde, 1932’de Cenevre’deki Dünya Silahsızlanma Konferansı’na kadınlardan dünya çapında bir ‘silahsızlanma bildirisi’ sunmuştu. 1930-1932 arasında toplanan imzalar, 6 milyona ulaşmış ve Londra’dan Cenevre’ye kutularla taşınmıştı. Aynı açılış konuşmasında Corbett-Ashby şöyle söylüyordu: “Biz vazifelerimizi daha iyi yapabilmek içindir ki haklarımızı istiyoruz. Kadınlar dünya sulhunu temin için erkeklerle teşriki mesai etmek istiyorlar, bundan başka hiçbir gayeleri yoktur!” Kadınların siyasete katılımının niye barışı güçlendireceği konusunda ise katılımcılar genellikle kadınların “şiddete yatkın olmayan, şefkatli ve anaç doğası” dışında bir şey söylemiyorlardı.
Konferans sırasında biri 21 Nisan’da biri 22 Nisan’da olmak üzere iki barış toplantısı gerçekleştirildi. Ayrıca Sulh Komisyonu’nun karara bağlanan raporunda somut olarak, dünya kadınlarının elbirliği ile gerek hükümetleri gerek Milletler Cemiyeti nezdinde girişimlerde bulunarak barışı talep etmesi, silahların azaltılması, silah üretim ve ticaretinin kontrolü ve bu iş için Milletler Cemiyeti ile birlikte çalışılması, sivil havacılığın denetlenmesi talebi yer alıyordu. “Kolektif güvenlik” anlayışı vurgulanıyordu. Bu önerilerin dönemin siyasi koşullarında, kadınların karar alma mekanizmalarına dâhil edilmediği de düşünülecek olursa, İkinci Dünya Savaşı’nın gelişini engellemede pek etkili olduğu söylenemez.
Bu “barış” vurgusunun bir boyutu da İkinci Dünya Savaşı yaklaşırken esasen eski İtilaf Devletleri’nin, yani Fransa, İngiltere, ABD, vd.’nin söylemini yansıtıyor olmasıydı. Bahsedilen silahlanma daha çok Almanya, İtalya ve Japonya’nın silahlanması ve “Hitler tehlikesi” idi. Bu nedenle şaşırtıcı olmayan bir şekilde Almanya ve İtalya, kadın örgütleri yeni rejimlerce kapatıldığından kongreye katılacak kadın örgütü kalmadığı ifade edilerek 12. kongreye katılmadı. Japonya ise son anda geri çekildi. Bu kararlarında kadın örgütlerinin baskı altında olmasının yanı sıra, “barış” sözcüğünün öne çıktığı bir kongreye katılmanın Batı Bloğu tarafında gözükme tehlikesi yaratması da etkiliydi. Nitekim bu savaşta “tarafsız” bir konum alan Türkiye Hükümeti’nin de bundan rahatsız olduğu, yalnızca bir seçme-seçilme hakkının kutlanması ve kendi başarılarının tanıtılması bağlamında destekledikleri kongrede kadınların bu sınırları aşarak ‘genel siyasete’ karışmasının TKB’nin kapanmasında rol oynadığı söylenir.
18 Nisan 1935 tarihli Akşam Gazetesi’nden. 12. Uluslararası Kadınlar Kongresi basında genel olarak olumlu karşılanmasına rağmen kadınların toplantılarını, sözlerini, taleplerini küçümseyen yazılar ve karikatürler de çıkmıyor değildi.
Kongrede Sulh Komisyonu haricinde Hukukta Eşitlik, Ahlakta Eşitlik, İşte Eşitlik, Evli Kadının Tabiyeti, Beyaz Kadın Ticareti ile Mücadele ve Genel Oy Komisyonları bulunuyordu. Bu bağlamda ilk olarak kadınların ekonomik eşitliği tasarısı onaylandı. Evli olsun ya da olmasın, kadının çalışması engellenmemeli, eşit işe eşit ücret verilmeliydi. Kadınlara da erkekler gibi işinde ilerleme olanakları tanınmalıydı. İkinci öneri, kadın ve erkeklere ahlak konusunda eşit sorumluluk yüklenmesi, birinin diğerinden fazla cezalandırılmamasıydı. Ayrıca kadın sahip olunabilen bir mal gibi görülmemeliydi, evli kadınların tam bağımsızlığı olmalı deniyordu. Kadınların kocalarının uyruğuna geçmesi savaş durumunda kadınların kendi memleketlerinde esir kamplarına alınması sonucu yaratabildiğinden çokça tartışılan bir konu oldu. Komisyonlarda yer alan ve genel oturumlarda konuşmalar yapan TKB delegeleri ve TBMM kadın milletvekilleri ise her fırsatta Cumhuriyet’in ve Atatürk devrimlerinin kendileri için açtığı yoldan bahsediyor, genel olarak Atatürk’e şükranlarını sunuyorlardı. Bu açıdan hem uluslararası feminist hareketin hem de Türkiye’deki kadınların mücadelesini yok saymalarından ötürü eleştirilmişlerdir. Ancak yurt dışından katılan delegelerin de Atatürk’e övgüleri hatırı sayılır miktardadır.
12.Uluslararası Kadınlar Kongresi’nin yukarıda sayılan kararları ve tartışmaları haricinde en çarpıcı “sonuç”larından biri Türk Kadınlar Birliği’nin kapatılması oldu. Kongreden iki hafta kadar sonra, 10 Mayıs’ta yaptığı toplantısında başkan Latife Bekir artık Türk kadını olarak elde edilecek tüm hakları elde ettiklerini söyleyerek Birlik’in kapatılmasını teklif etti ve bu oy birliğiyle kabul edildi. Bu konuda iki görüş bulunuyor: Birine göre, TKB kendinden bağımsız derneklerin varlığını istemeyen parti-devlet rejimi tarafından zaten kapatılacaktı, ancak iyi bir tanıtım getirecek Uluslararası Kongre için açık tutuldu. Bu bağlamda, 1934’ün Aralık ayında İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’ın Latife Bekir’i vilayete çağırarak Atatürk’ün “Söyleyin Latife Hanım’a Türk Kadın Birliği’ni kapatsın. Türk kadınlarına seçme ve seçilme hakkını veren yasa çıktı ve artık bu derneğe gerek kalmadı” dediği söylenir. Latife Hanım ise TKB’nin çok emek verdiği İstanbul Kongresi’nin yakında toplanacak olması dolayısıyla kararın kongre sonrasına ertelenmesini talep etmiştir. İkinci görüş ise İstanbul Kongresi’nin kapatmanın gerekçesi olduğunu iddia eder. Buna göre, TKB her ne kadar 1927 yılında yaşanan yönetim değişikliğinden sonra aykırı çıkışlar yapmıyor olsa bile yine de özünde kadınlara hak talep eden bir yapılanmadır ve denetim altında tutulmalıdır. İstanbul Kongresi de barış talebiyle parti çevrelerince öngörülemeyen bir politik arenaya dönüşünce tam anlamıyla denetlenemeyeceği düşünülerek kapanması yoluna gidilir.