28.dönem 3. Yasama yılı çalışmaları dün start aldı. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TBMM genel kurulunda yaptığı konuşmada yeni anayasa çağrısı yapmasından ziyade bizim dikkatimizi asıl çeken “İsrail yönetiminin Filistin ve Lübnan'dan sonra gözünü dikeceği yerin Türkiye toprakları olacağını” dillendirmesidir.
Bilindiği gibi Yahudi inancında
(arz-ı
mev’ûd)
kavramı vardır. Bu deyim
(VADEDİLMİŞ TOPRAKLAR)
anlamına gelir.
Yahudilerin devamlı gündemde tutup istismar ettikleri
“vadedilmiş toprak”
konusuna Kur’an-ı Kerim’iun ışığında bakalım istedik. Maide suresinde:
“Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah’ın size lütfettiği nimetini hatırlayın; O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı. Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi. Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz” buyurlamkatıdr.
Bu ayete göre Arz-ı mukaddes’in İsrailoğullarına vatan olarak yazılması (Allah’ın bu vaadi ve takdiri) ebedî değildir ve şarta bağlıdır. Ebedi olmayıp Hz. Musa’nın asrına ait olduğunun delili, 20. ayetteki ifadedir: Allah onlara birçok nimet vermiştir, hatta bu nimetlerin bir kısmı o zamana kadar dünyada hiçbir ferde ve topluma verilmemiştir, bunlar arasında Mukaddes Toprağın onlara vatan olarak yazılması da vardır. Daha sonraki çağlarda ise Allah Teâlâ başka toplumlara, ümmetlere, İsrailoğulları’na vermediği nimetler vermiştir. Bu vaat şarta bağlıdır, Onlar bu şartı yerine getirmedikleri için Allah Teâlâ onlara kırk yıl buraya giremeyip dar bir bölgede yaşama cezası vermiştir. Daha sonraki zamanlarda da İsrailoğulları güç ve ahlak bakımından layık oldukları müddetçe buralarda oturmuşlar, liyakatlerini kaybettikçe de aynı yerler başka toplumların yurdu olmuştur.
Vadedilmiş toprak bugünkü Filistin topraklarından da ibaret değildir. Va’dedilen topraklar Lübnan, Irak, Suriye ve Fırat havzasına kadar Anadolu’yu kısmen içine almaktadır. Anadolu’da Urfa’yı da içine alır. Va’din muhatabı olan toplumlar ise “İşte diyarı önünüze koydum, girin ve Rabbin atalarınıza, İbrahim’e, İshak’a, Yakub’a, kendilerine ve kendilerinden sonra onların zürriyetlerine vermek için and ettiği diyarı kendinize mülk edinin” cümleleriyle belirlenmiştir.
Son Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.v), Hz. İbrahim’in, oğlu İsmail kolundan gelmiş bir zürriyetidir, torunudur, şu halde O’nun ümmeti olan Müslümanlar da -şartlarını yerine getirirlerse- Allah’ın vadettiği Mukaddes Topraklara malik olma ve burasını vatan edinme hakkına sahiptirler. Tarihi gerçek de böyle olmuş, Hz. Ömer (ra) devrinden itibaren bu topraklar Müslümanlar tarafından fethedilerek dâru’l-İslâma dâhil edilmiştir.
Kur’an-ı Kerim, tamamı Allah’a ait bulunan yeryüzünün bir parçasını yurt edinme hakkının ahlâkî ve hukukî şartlarını şöyle açıklamıştır:
“Onlar, başka değil, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah bir kısım insanları, diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, içinde Allah’ın ismi çokça anılan kiliseler, havralar, mescitler ve camiler şüphesiz yıkılıp giderdi. Allah kendine yardım edenlere (şart ve sebepleri yerine getirenlere) muhakkak yardım eder. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir. Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde yurt ve iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten menederler, işlerin sonu Allah’a varır.”
Müslümanların tarih boyunca hâkim oldukları yerlerde din ve vicdan hürriyeti bulunmuş, camilerin yanında kiliseler ve havralar da açık kalmış, buralarda Allah’ın adı anılmış, ayinler ve ibadetler yapılmıştır. İnsanlara dinleri, ırkları, renkleri, bölgeleri, kabiliyet ve varlıkları farklı diye zulmedilmemiş, herkese fırsat eşitliği tanınmıştır. Siyonist Yahudiler ise ırkçılığı din haline getirmişlerdir, kendilerini Allah’ın has kulları, diğer insanları ise sağılacak inekler ve kullanılacak köleler olarak görmektedirler. Her vasıtayı mübah sayarak kendilerinden olmayan toplumların maddi ve manevi değerlerine, varlıklarına tecavüz etmektedirler. Zulümle, kanla, hile ile yerleştikleri Mukaddes Topraklarda başkalarına hayat ve ibadet hakkı tanımamakta, yerlerinden yurtlarından ettikleri insanların ıstırapları karşısında duygusuz kalmaktadırlar. Bütün bunlar olup dururken Allah Teâlâ elbette Mukaddes Toprakları onlara yurt etmeyecektir; çünkü o topraklarda oturmaya ve Allah’ı anmaya layık olanların vasıfları hem kendi kitaplarında, hem de bütün kitapların doğruluk miyarı olan Kur’an’da açıklanmıştır ve orada Allah şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun ki, zikirden sonra (Tevrat’tan veya levh-i mahfuzdan sonra) Zebur’da: ‘Şüphesiz yeryüzüne iyi kullarım varis olacaktır’ diye yazdık.”
Yahudilerin kutsal kitaplarında zikredilen Hz. İbrahim ve onun soyu ile ilişkilendirilen mekânlardan birisi de Urfa özellikle Harran’dır. “
Peygamberler Şehri
”, “
Anadolu’nun Kudüs’ü
” ve “
İnançlar Diyarı
” olarak da bilinen Urfa, Yahudilik ile birlikte Hıristiyanlar ve diğer uygarlıklar için de tarihî bir öneme sahiptir. Ancak Urfa’nın, Arzı Mevud içerisinde değerlendirilip değerlendirilmemesi noktasında farklı görüşler olmakla birlikte, Hz. İbrahim ve atası ile birlikte neslinin yaşadığı mekânlar olması noktasında hac mekânı olarak değer taşımaktadır. Yani, İsrail’in inanışında Anadolu’nun büyük bir kısmı da ARZ-I MEVUD’A dahildir. Bu bakımdan Filistin ve Lübnan’dan sonra gözlerini dikecekleri yerlerden biri de ANADOLU toprakları olabilir. Yahudilere, Anadolu’da toprak satanların ve buna müsaade edenlerin dikkatlerine sunulur.