Cüneyt Arıtürk

'DAR-ÜL ACEZE' Mİ, 'DAR-ÜL METRUKİN' Mİ?

Cüneyt Arıtürk

1 Ekim, Birleşmiş Milletler teşkilatı tarafından

(DÜNYA YAŞLILAR GÜNÜ)

olarak ilan edilmiştir. Bundan amaç, yaşlıların sorunlarına sahip çıkmaktır. Yaşlılar için SGK Hizmetleri, engelilere evde bakım desteği, genel sağlık sigortasından ücretsiz yararlanma, yaşlı hizmet merkezleri, evde sağlık bakımı, huzur evleri ve benzeri hizmetler sunulmakla birilkte bunların yeterli olduğu kanaatinde değiliz.

Bu arada, yeri gelmişken belirtelim. Şehrimizde yaşlılar evi kurulmasının gereği konusunda görüşlerini dile getirenler bulunmaktadır. Adına

“HUZUR

EVİ”

de denilen ve kimileri tarafından “

DAR

-

UL ACEZE”

olarak da anılan bu kuruluşlar, büyük aile kavramından, çekirdek aile kavramına dönüşen günümüzde işin doğrusu bir ihtiyaç gibi ortaya çıkmış bulunmaktadırlar. Devlet tarafından yapılanlar yanında, özel sektör tarafından yapılan ve işletilen bu yuvalarda yaşayanların mutlu olduklarını söyleyebilmek oldukça zor! Hatta gerçek dışı!

Düşünün ki, ailesini geçindirmek için yıllarca çaba sarfetmiş, torun, torba sahibi olmuş ve bu uğurda saçını süpürge etmiş ailenin yaşlı bireyini götürüp adı huzur evi, dar-ül aceze veya yaşlılar evi olan yuvaya götürüyorsunuz. Belki, götürdüğünüzün ilk aylarında biraz ilgi, alaka gösteriyor, sonra unutarak, bayramdan bayrama dahi hatırını sormak ihtiyacını hissetmiyorsunuz. Böyle bir kimsenin, yaşadığı ortamın şartları ne kadar iyi olursa olsun, huzurlu olması mümkün olur mu! Siz onu unutsanız bile, o sizi unutamaz, her zaman durumunuzu merak eder, ayağınıza batmış bir iğnenin şüphesi bile onu ürkütmeye yeter!

Aslında, bu gibi yuvaların adları ne (Huzur Evi), ne (dar-ul aceze) ve ne de (yaşlılar evi) değildir. Asıl adlarının (DAR-IL METRUKİN = TERKEDİLMİŞLERİN YURDU) olması gerekir. Gerçekte, o insanlar terk edilmişlerdir. Onların rahat ve huzur içinde olduklarını zannetmek ham hayalden ibarettir!

Yeri gelmişken, konuyla ilgili yaşanmış bir anekdotu anımsatalım:

Hanımının dırdırına daha fazla dayanamayan adamcağız, yaşlı babasını dar-ul acezeye götürmeye karar verir. Babasını bir küfenin içine koyarak sırtına koyar ve dar-ul acezenin yolunu tutar. Bu arada, yaptığı işin aslında ne kadar kötü olduğunu da düşünmekten kendisini alıkoyamaz! Çocuk olduğu yıllarda, babasının kendisine gösterdiği ilgi ve şefkat sinema şeridi gibi gözlerinin önünden geçer. Kendisini her kötülüğe karşı var gücüyle koruyan, büyütüp adam eden, meslek sahibi yapan, sevgi ve şefkat meleği babasını şimdi yaşlandı diye ve hanımının dırdırı yüzünden götürüp dar-ul acezeye bırakacak!

Genç adam, bu düşünceler içinde küfe içinde taşıdığı babasını biraz da yorulduğu için sırtından indirip, bir çeşmenin başında durup dinlenirken, jetonu düşer. Kendi kendisine:

-Ben ne yapıyorum! Şefkat meleğim babamı kendi elimle götürüp dar-ul acezeye mi bırakacağım. Ben ne kadar aptal, ahmak, nankör bir evlatmışım!

der.

Bu düşüncesiyle, babasına seslenir:

-Babacığım, beni affet! Seni götürüp dar-ul acezeye bırakacaktım. Amma anladım ki, bunu asla yapamam. Tekrar eve gidiyoruz. Hanım ağzını açacak olursa, üç talakını verir, boşarım. Sen benim babamsın, seni boşayamam ki!

Babası, sükûnet içinde şu cevabı verir:

-Oğlum ben de babamı dar-ul acezeye götürmek için bu çeşmeye kadar getirmiş, sonra, bunu yapamayacağımı anlayarak, annenle kavga etmek pahasına, aynen buradan eve geri götürmüştüm!

Kıssadan, hisse alınması dileklerimizle…

Yazarın Diğer Yazıları