Cüneyt Arıtürk

SİİRT EVLİYALARI-6- ŞEYH EL HATTAB

Cüneyt Arıtürk

Şeyh El Hattab Hazretleri Hicri 1626 miladi 1846’da Siirt’te doğmuştur. Şeyh el Hattab’ın Ömeri (Hazret-i Ömer’in soyundan) geldiği belirtilir.

İlim tahsilini Siirtli Ömer Alim’le, Müftü Hüseyin’in taht-ı risalelerinde yapmıştır.

Hac farizesini ifa için gittiği Hicaz’da bir süre kalarak Mekke-i Mükerreme Müftüsü büyük Alim Zeyni Dehlan’dan ders ve icazetname almıştır.

Hicaz’dan döndükten sonra “Cerrah” Camii’nde ilim yaymaya başlamış tefsir, hadis ve diğer ilimlerdeki ihtisasıyla kısa zamanda şöhret kazanmıştır.

“Ümmu’l-Ulüm”, “Ebu’l-Ulum”, “Mizanu’l-Ulum” adlarında telifleri, bedi ve beyanda ve ilmi kalemde, usulü fıkıhta ve tecvitte birer manzumesi vardır.

Hikmetli sözleri, münacatta şiirleri meşhurdur. Çok etkili ve güzel konuştuğu için

“HATTAB”

ÜNVANINI

almıştır.

İmam ve müderrisi olduğu İl Merkezi’nde Cerrah Camii’ndeki özel türbede metfundur.

ŞEYH CELALEDDİN KARDAŞ

Şeyh Celaleddin (KARDEŞ)

Şehrimizin yetiştirdiği büyük din alimlerindendir.

“Memozin”i

Arapça’ya tercüme etmiş, ayrıca çok değerli dini incelemeleri vardır. 1888 yılında Siirt’te dünyaya teşrif eden

Şeyh Celaleddin Kardeş, ŞEYH-ÜL HATTAB

namıyla maruf ve dini bilgisiyle temayüz eden zatın oğludur. İlk tahsilini Babasının yanında yapan

Şeyh Celalettin,

daha sonra Şam’a giderek tahsiline devam etmiştir. Şam’da dini bilimler fakültesini bitirdikten sonra Siirt’e dönerek irşat görevine başlayan Şeyh Efendi, İstiklal Harbinde Kuva-yı Milliye saflarında Moral Hocalığı görevinde bulunmuş ve cephelerde askerlere vaazlarıyla morallerini yüksek tutmalarında etkin bir rol almıştır. Şeyh Celaleddin, yine bu yıllarda

Said-i Nursi Hazretleriyle

yakın bir arkadaşlık kurmuştur.

Vaiz ve İmam-Hatip olarak çeşitli görevlerde bulunan

Şeyh Celaleddin Hazretleri, bütün vaazlarında

Kur’an-ı Kerim’in asra göre yorumunun yapılması taraftarıydı.

Kur’an ayetlerinin yorumlarının kıyamete kadar devam edeceğini belirten Şeyh Efendi, Ay’a çıkılmadan yıllar önce, insanların günü geldiğinde Ay’a çıkacaklarını ve fezada fütuhatlarda bulunacaklarını söyleyecek kadar aydın fikirliydi.

Türkçe yanında, Osmanlıca, Farsça, Arapça olarak da hutbeler irat eder, hitap ettiği topluluğun dilleriyle kendilerine daha yakın olmanın yolunu seçerdi.

Fıkıh bilgileri yanında felsefe, mantık, riyaziye, tarih, coğrafya, astronomi gibi ilimleri de iyi derecede bilir, müspet ilimleri öğrenmenin, en az dini bilgileri öğrenmek kadar gerekli olduğunu savunurdu.

Ömrünün son 40 yılını uzlette geçiren

Şeyh Celaleddin Hazretleri,

bu uzun süre zarfında hiç çarşıya inmedi. Alış-veriş yapmadı.

İmam-Hatibi olduğu ve evinin çok yakınında bulunan Şeyh El Cerrah Camii ile evi arasında vakit namazlarında mekik dokuyup dururdu.

Muhipleri, O’nu evinde veya Camiinde ziyaret ederek sohbetlerinden feyizlenir, muhtelif konularda görüş ve düşüncelerini alarak hareketlerini Şeyhlerinin emirleri doğrultusunda tanzim ederlerdi.

Aynı zamanda şair olan Şeyh Celaleddin Hazretleri, kitaplarının bir kısmı Siirt İl Müftülüğü binasındaki kütüphanede adına açılan bölümde muhafaza edilmektedir.

Hayatta olduğu yıllarda, kendisini sık-sık ziyaret eden muhipleri arasında

Gazeteci Ahmet Arıtürk

de vardı. Bir gün, yine Şeyh Efendiyi ziyarete giden Arıtürk kendilerine:

-Üstadım, nasılsınız, ne yapıyorsunuz?

diye sorduğunda, Şeyh Hazretleri rahlesi üzerindeki kitapları göstererek şu cevabı vermişti:

-Görüyorsun işte, kitaplarla dövüşüyorum. Bazen ben onları, bazen, onlar beni yeniyorlar!

cevabını vermişti.

Ahmet Arıtürk’ün, ertesi günkü makalesinin başlığı hazırdı:

“KİTAPLARLA DÖVÜŞEN ADAM”

Evet, Kendi değişiyle

“Kitaplarla Dövüşerek”

tükettiği ömrü 1973 yılının 15 Haziran Cuma günü sabah namazına davet eden müezzinin sesine kulak vererek ve onunla birlikte Ezan-ı Muhammed’iyi tekrarlarken aziz ruhunu Yüce Allah’a teslim etti. Siirt Merkez Cerrah Camiinde Babası Şeyh El Hattab hazretlerinin yanına defnedildi.

NUR İÇİNDE YATSIN…

ŞEYH CELALEDDİN’LE İLGİLİ

AHMET ARITÜRK’Ü

“KİTAPLARLA DÖVÜŞEN ADAM’I

ANARKEN” BAŞLIKLI MAKALESİ

Siirt’in bağrında yetişen büyük mutasavvıflardan, şâir, feylesof, ilim adamı

ŞEYH CELALEDDİN HAZRETLERİNİ (CELALEDDİN KARDEŞ)

dar-ı dünyadan, dar-ı ukbaya mekân değiştirmelerinin 36. sene-i devriyesinde bugün bir kere daha rahmet ve minnetle anacağız.

Şeyh Celaleddin Hazretlerini, gençlik yıllarımda bir muhibbi olarak defalarca ziyaret ettim. Güzel sohbetlerinden, nasihatlerinden feyzalmağa çalıştım. İleri, aydın görüşlü bir mutasavvıf olan Şeyh Efendi, ömrünün son yıllarında tamamen uzlete çekilmişti. İmam Hatibi olduğu Şeyh El Cerrah Camii ile evi arasında beş vakit namaz vaktinde mekik dokur, hiç çarşıya çıkmazdı. Muhipleri, Şeyh Hazretlerini ya camiinde veya evinde ziyaret ederek, sohbetlerinden FEYZ ALMAĞA çalışırlardı.

Daha önce de anlatmıştım. Yeri gelmişken yine anlatayım. Bir gün Şeyh Efendi Hazretlerini ziyarete gitmiştim. Şeyh Efendinin rahlesinde kitaplar vardı. Kendilerine:

-Şeyhim, nasılsınız, ne yapıyorsunuz?

diyerek elini öptüğümde, bana yaşadığım sürece hiç unutmayacağım  şu cevabı vermişti:

-Görüyorsun işte, bu kitaplarla dövüşüyorum. Bazen onlar beni yeniyor, bazen ben onları!

Ertesi gün, gazetedeki makalemin başlığı

“KİTAPLARLA DÖVÜŞEN ADAM”

olarak yer aldı.

Söz, Şeyh Celaleddin Hazretlerinden açılmışken, kendi ağzından dinlediğim bir anekdoduda nakletmek gereğini duydum. Hiç olmazsa, bu vesileyle yazıya dökülmüş ve anılaşmış olur.

Şeyh Efendinin, gençlik yıllarında tanıştığı, görüştüğü bir doktor arkadaşı varmış. İş bu doktor arkadaşı,

TENASÜHE İNANIRMIŞ.

Yani ruhların gezici olduğuna insandan insana, hatta, insandan hayvana veya bunun tersi olarak hayvandan insana geçtiği fikrine sahipmiş. Şeyh Efendi, her ne kadar doktoru bu gayri İslâmi düşünceden caydırmak istemişse de, doktor bu sapık inadından dönmüyormuş. Bir gün Şeyh Efendi, doktor ve birkaç kişi birlikte bir yerlere gidiyorlarmış. Kâfilenin bulunduğu yöne doğru bir köpeğin ağzından salyalar akıtarak, üzerine geldiğini ve havladığını gören Doktor:

-Hoşt! Hoşt!

diyerek uzaklaştırmak isteyince, Şeyh Efendi müdahale etmiş:

-Bırak, belki rahmetli babanın ruhu bu köpeğe geçmiş. Seni özlediği için sana doğru geliyor!

diyerek taşı gediğine koymuş…

Ruhun şâdolsun, “KİTAPLARLA DÖVÜŞEN ADAM.”

Dar-ı fenadan, dar-ı ukbaya intikâl etiğin günün 36. sene-i devriyesinde Zatını rahmetle yadediyor

, “Refikin MUHAMMED, mekânın cennet olsun” diyerek, aziz ruhuna FATİHALAR SUNUYORUZ.

ŞEYH CELALEDDİN (K.S.)

İLE İLGİLİ BİR KAÇ ANEKDOT…

Siirtli Muhiplerinin ifadeleriyle

(ŞEYH CELEL)

olarak bilinen Şeyh Celaleddin Kardeş 1887 yılında Siirt’te doğmuş, doğduğu şehir olan Siirt’te 1973 yılında vefat etmiştir. Zamanının büyük mutasavvıflarından

ŞEYH EL HATTAP

unvanıyla maruf zatın oğludur.

Şeyh El Hattap ise miladi 1846 yılında dünyaya gelmiştir. Hazret-i Ömer’in (Allah ondan razı olsun) soyundandır.  Siirt müftüsü Hüseyin’den icazet alan Şeyh El Hattap Mekke-i Mükerreme Müftüsü Zeyni Dehlan’dan da ders alarak ondan da icazetname almıştır. Birçok eserleri yanında yine ilmi mahiyette şiirleri ve münacatları vardır. Asıl adı Şeyh Bahattin olup, hitabeti çok etkili olduğundan kendisine

“ŞEYH EL HATTAP”

unvanı verilmiştir.

İşte Şeyh Celaleddin, bu büyük mutasavvıfın oğludur. Yine mutasavvıf olan ve dini ilimlerde otorite sayılan  Şeyh Kadri adında bir de Kardeşi vardır. Şeyh Kadri Efendi Müftü olarak hizmet vermiştir.

Baba ve her iki mutasavvıf oğlu Şeyh El Cerrah Camiinde yan yana metfun bulunmaktadır.

Şeyh el Cerrah Camiinde kırk yıla yakın fahri imam olarak görev yapan Şeyh Celal Efendi, daha sonra yine aynı camide 20 yıla yakın resmi görevli olarak imamlık yapmıştır.

Şeyh Celal Efendi, Bediüzzaman Şeyh Said-i Nursi’nin de çok eski dostu ve arkadaşıydı. Hayatta iken aralarında şaka ve latifeler eksik olmamıştı.

Birinci Cihan Harbine Bediüzzaman'la beraber iştirak etmişti.

İki arkadaşın lâtifesi Bediüzzaman'ın ilmini, kahramanlığını ve yüksek faziletlerini her zaman takdirle anıyordu.

Bediüzzaman, Meşrutiyet sonrası İstanbul dönüşünde neşrettiği eserleri talebelerine okutuyormuş. Şeyh Celal ise bu eserleri (İki Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi) okumadığı gibi, Bediüzzaman'a latife tarzında: "Seyda, İstanbul'a gitmişsin, orada başından geçenleri oturup yazmışsın, şimdi de burada bunları okutuyorsun?" deyince, Bediüzzaman da şaka yollu: "Celal sen benim muarızım mısın yoksa?" diye Şeyh Celal'e mukabele edermiş ve yine latife olarak "Celal, sen benim ağzımda dikenli bir lokum gibisin. Ne yiyebiliyorum, ne de atabiliyorum" dermiş.

Yine Bediüzzaman'la Şeyh Celal kendi aralarında daha çok gençken hiç evlenmemeye karar vermişler. Bediüzzaman hiç evlenmemiş amma, Şeyh Celal Efendi evlenmişti.

Şeyh Celal bu hatırasını da muhiplerine hep  anlatarak, verdiği söze sadık kalmadığını, ancak bunu evlenmenin Peygamber Efendimizin (O’na al ve ashabına salat ve selam olsun) sünneti olması açısından yaptığını ifade edermiş.

Said'le, Celal Efendi gençlik yıllarında kendi aralarında bazen çeşitli oyunlar ve yarışmalar da yaparlarmış. Bir gün geniş bir su arkını atlamak için iddiaya girişmişler. Genç Said su arkını aşmış. Celal kendisinin de atlayacağını söyleyerek, hızlanıp atlamış, ama geçememiş. Suyun tam çamurlu kısmına çökmüş. Üstü başı çamur içinde kalmış.

Şeyh Celal Efendi l973 senesinde vefat ettiği zaman binlerce insan cenazesine katılmış, mahşeri bir kalabalık olmuştu. Cenaze namazını da o yılların Siirt Müftüsü Raif Korkmaz kıldırmıştı.

Şeyh Celal Kardeş muhiplerine şöyle bir anekdotu anlatmıştı:

"Birinci Cihan Harbinden evvel vefat etmiş bir zatın taziyesi için Van'ın Zeve köyüne gitmiştik. "Bediüzzaman, Abdülmecid (Ünlükul), Molla Habib, Ahmed-i Cano, Muhyiddin, İbrahim ve Şükrü hep birlikte oturuyorduk.

Bediüzzaman bize 'Her birimiz birer şiir söyleyelim. Meşhur muallakat-ı seb'a gibi hangisi beğenilirse o kabul edilsin, birinciliği alsın' dedi. Bunun üzerine her birimiz birer şiir söyledik. Bediüzzaman bana hitaben 'İb Kıble-i Arabî yite çibi' yani 'Kıbleye yemin ederim ki senin şiirin beğenildi' dedi. Söylediğim şiir de şuydu:

"Birinci beyitteki 'Habib' kelimesiyle Bediüzzaman'a, 'Mecid' kelimesiyle kardeşi Abdülmecid'e işaret ediyor.

"İkinci beyitteki 'Habib' kelimesiyle Molla Habib'e, 'Ahmed' kelimesiyle Ahmed-i Cano'ya, 'Celal' kelimesiyle bana, 'Muhyi' kelimesiyle Muhyiddin'e işaret ediyor.

"Üçüncü beyitteki 'İbrahim' kelimesiyle Molla İbrahim'e 'Şükrü' kelimesiyle de Molla Şükrü'ye işaret ediyor.

"Şiirin mânası şöyleydi:

Ey Zeve köyü, Said ile saadete ermiş bulunuyorsun. Abdülmecid ile büyük bir izzet ve ref'ete sahip oldun.

Bediüzzaman Said, Abdülmecid, Habib, Ahmed ile seni ferahlandırdılar. Veya ikisi (Said ile Abdülmecid) Habib ile sana, Ahmed'i verip onunla ferahlandırdılar.

Tepelerin İbrahim'e, âşıkın maşukuna olan arzu ve temennisi gibidir. Seni mecd ve güzel vasıflarla yaratana şükür ederim."

***

Yazımızı, Şeyh Celaleddin Efendi’nin kasidenin ilk mısraı olması dolayısıyla

(YA ALİMEN Bİ HALİ) ismiyle

ünlenen münacaatının ilk dörtlüğünün tercümesini yaparak noktalıyor, aziz ruhunu bir kere daha şadediyoruz:

EY HALİMDEN HABERDAR OLAN

İTİMADIM VE İTİKADIM SANADIR

TÜM GÜNAHLARIMDAN TEVBE EDİYORUM

BEN FAKİR BİR FANİYİM

GÜNAHLARIMI VE İSYANLARIMI BAĞIŞLA

SALKIM SALKIM SAKLIMDASIN

SENSİZLİĞE UYANDIM BU SABAH

HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK

NEREDESİN BİR BİLSEM AH Kİ NE AH

YERİN BELKİ DE HİÇ DOLMAYACAK

YAKINIMDA OLMASAN DA

ELLERİNİ TUTMASAMDA

GÖZLERİNİ GÖRMESEMDE

SEN ASLINDA BENİMLESİN

UZAKLARDA OLSAN DA

YAKINIMDA DURMASAN DA

GERÇEKLERİ BİLMESEN DE

HEP BENİM KALBİMDESİN

ÇÜNKÜ SEN;

SALKIM SALKIM SAKLIMDASIN

GECE GÜNDÜZ AKLIMDASIN

VE SEN BUNUN FARKINDASIN

AMA BENDEN UZAKTASIN

GÖZLERİMİN KARASINDA

KALBİMİN YARASINDA

GERÇEKLERİN KIYISINDA

ZAMANIN AKINTISINDA

GÖZLERİNLE BAKTIĞINDA

GÖRMEDİĞİN HER NE VARSA

ARA BENİ İŞTE ORDA

YALNIZLIĞIN IŞIĞINDA

(NER HAKKI SAKLIDIR)

MUHAMMED CÜNEYT ARITÜRK

Yazarın Diğer Yazıları