İslamiyeti şekillendiren iki temel kaynak vardır. Bunların birincisi elbette
KUR’AN-I KERİM’DİR.
İkincisi ise Hadis-i Şeriflerdir. Müslümanlar olarak inancımız, Kur’an-ı Kerim’in zaman içinde değiştirilemediğidir. Gerek hıristiyan ve gerekse Yahudi din bilginleri, zaman-zaman Kur’an-ı Kerim-i tahrif etmek girişimlinde bulunmuşlarsa da
YÜCE RABBİMİZİN HIFZI
ALTINDA OLAN KUR’AN-I KERİM’İ TAHRİF ETMEĞE GÜÇLERİ YETMEMİŞTİR.
Kur’an-ı Kerimin bugünkü hâle nasıl geldiğini belirtmekte yarar var.
Yemame
savaşında,
Kur'an-ı kerimi hıfzedenler [ezberleyenler] şehit olup azalmaya başlayınca, Hazret-i Ömer, halife Hazret-i Ebu Bekir’e, Kur'an-ı kerimin yazılıp Mushaf haline getirilmesini tavsiye eder. Hazret-i Ebu Bekir de, Resulullahın kâtibi olan
Zeyd bin Sabit
’e sûreleri ayrı ayrı yazdırır.. Sonra, Eshab-ı kiramın ittifakı ile bir heyet tarafından bir mushaf vücuda getirilir. Hazret-i Osman zamanında bu mushaftan, 6 adet daha yazılarak vilayetlere gönderilir. Bugün bütün İslam ülkelerinde mevcut olan Kur'an-ı kerimlerin tertibi ve şekli bu mushafa tam uygundur. O zamandan beri de bir tek harfi değişmemiştir.
Hadis-i Şerifler ise,
Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed’in (O’na al ve ashabına salat ve selam olsun)
değişik olaylar ve problemler karşısında inananları aydınlatmak, Kuranın bazı ayetlerini daha açık bir dille ifade etmek açısından söylediği sözlerin ve davranışlarının bütünüdür. Kur’an-ı Kerim’den sonra başvurulan dini kuralların mecmuudur.
Peygamber Efendimizin hareketlerinden ve sözlerinden hükümler çıkarılır, insanlar bunlarla hayatlarına nizam verirler ve bazı kararlar alırlar. Yani hadis-i şerifler, örnek alınması gereken fiillerin, davranışların bütünüdür. Bu yüzden Peygamber Efendimize ait olmayan bir sözü, bir davranışı Peygamber Efendimize aitmiş gibi sunmak, büyük günahlar kapsamındadır. Hele, bu davranışlar belli kişilerin, zümrelerin yüceltilmeleri veya yerilmeleri adına yapılıyorsa, çok daha büyük vebale yol açar.
Hadisler konusunda, İslam uleması büyük bir hassasiyet göstermişlerdir. Hadislerin sahih olmaları için senetle nakledilmeleri, ravilerinin Peygamberimize ulaşacak bir zincire bağlamaları gerekir. Ulemanın ittifak ettikleri bir konu vardır. Bir senede bağlı olmadan herhangi bir söz hakkında “Peygamber Efendimiz
(s.a.v) şöyle
buyurdu”
demek helal değildir.
Peygamber Efendimiz de bu hususta çok şiddeti ikazlarda bulunmuştur.
“Benim ağzımdan yalan uydurmayınız! Her kim benim ağzımdan yalan söylerse Cehennem’e girsin!”
“Her kim, söylemediğim şeyleri bana isnat ederse Cehennem’deki yerine hazırlansın!”
“…Her kim benim ağzımdan bilerek yalan uydurursa Cehennem’deki yerine hazırlansın!.”
“Kim, yalan olduğu bilinen bir sözü benim hadisim olarak naklederse o da yalancıların biridir.”
“Ahir zamanda bir takım deccallar, yalancılar çıkacak. Size, sizin ve babalarınızın işitmediği hadisler getirecekler. Aman onlardan sakının! Sizi saptırmasınlar, fitneye düşürmesinler!”
“Benden çok hadis nakletmekten sakının! Kim benim adıma bir şey söylerse sadece hakikati (veya) doğruyu söylesin! Kim, söylemediğim bir şeyi bana izafe ederse Ateş’teki yerine hazırlansın!”
Bazı safdilli sözde iyi niyetli kimseler, sözde İslam dinini kuvvetlendirmek adına, Peygamber Efendimize bir takım sözleri ve görüşleri isnat ederler. Bu durum da aynı günah hükmündedir.
Hadis-i şeriflerin ashabı kiramdan, tabiinlere ve onlardan da tabii tabiinlere bir zincir içinde ulaşarak belirlenmiş olmaları gerekir. Her aklına esen kendi düşüncelerini (PEYGAMBER EFENDİMİZ BUYURDU Kİ VEYA HADİS-İ ŞERİFTE BUYURULDU Kİ…) demeğe kalkışırsa, İslam dinine en büyük darbeyi vurur.
Maalesef, yine de din düşmanları hadis-i şerifler konusunda kısmi muvaffakiyet sağlamış, Peygamber Efendimize ait olmayan bir takım sözleri, hadis-i şerif diye dillendirmişlerdir. İhtida olmuş gibi görünen, bir Yahudinin, (İslamiyeti çürütmek için 35 bin hâdis uydurdum) dediğini anımsatmakta yarar var. Bu bakımdan, hâdis-i şerifleri naklederken, sahih olup olmadıkları konusuna çok dikkat etmek gerekir…