Fatih Arıtürk

(GURURLANMA PADİŞAHIM, SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR!)

Fatih Arıtürk

Türkiye, adeta bir korku imparatorluğuna dönüştü. Artık, (ne olurum, başıma ne gelir) diye korkmayan kalmadı. Hatta yandaş medyatörler bile korktuklarını söylemeğe, yazmağa başladılar.

Türkiye’yi

“Her şeyi ben bilirim, her şeyin en iyisini ben yaparım!”

havasında tek adam olarak yöneten, hangi illerden, kimlerin milletvekilleri olacaklarına, kimlerin Belediye Başkanı seçileceklerine tek başına karar veren  partinin ve hükümetin iplerini elinde tutan bir Genel Başkan var.

Osmanlı Sultanlarına maledilen bir anekdot vardır. Padişahlar, halk içine çıktıklarında, parayla tutulmuş bir grup çığırtkan

(GURURLANMA PADİŞAHIM, SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR)

diyerek uyarır ve nefislerine mağrur olmalarının önüne geçerlermiş.

Bizce de, AKP’lilerin böyle bir grup oluşturarak

“Gururlanma Padişahım Senden Büyük ALLAH var!”

şeklinde bağırttırmaları, sürekli olarak alkışlamalarından ve her ne derse onaylamalarından çok daha yararlı olur.

Veya

“KRAL ÇIPLAK!”

deyimindeki gibi davranılarak, gerektiği zaman ve gerektiği yerde yapılan yanlışları anlatmakta zarar değil, yarar vardır.

“İnsan beşer, elbet şaşar!”

deyimi boşa söylenmemiştir. Hiç kimse, hata yapmamak gibi bir meziyete sahip değildir, olamaz. Peygamberler bile ashaplarıyla istişare eder, kararlarını öyle verirlerdi.

Nitekim Hendek Savaşında Hendek kazılması fikri

Selmani Farisi

adlı sahabe-i kiram tarafından ortaya atılınca,

Peygamber Efendimiz (O’na al ve ashabına salat ve selam olsun)

bu sahabenin düşüncesiyle hareket etmiş ve hendek kazılması emrini vermiştir. Yine Peygamber Efendimiz, vahye dayalı olmadıkça bütün işlerinde ashabı kiramla mutlaka istişare eder, kararlarını öyle alırdı. Misali dini açıdan verdik, çünkü iktidardakilerin de sözde referansları İslamiyet…

Yöneticilere, en büyük zararı çevrelerindeki dalkavuklar verirler. Çünkü yanlış bile olsa, yaptıkları her işi alkışlarlar. Onlar da, yaptıklarının doğru olduğuna inanmağa başlarlar!

Yöneticilerin çevrelerindeki dalkavukları anlatmak için bir örnek sunarak konu ile ilgili yorumumu sürdüreyim.

Şeyhin birine bir dostu sormuş:

-Şeyh Efendi müritlerinin iddialarına göre havada uçuyor, denizde yürüyormuşsun!

Şeyh samimi olarak cevap vermiş:

-Benim havada uçtuğum, denizde yürüdüğüm falan yok. Uçuruyorlarsa, müritlerim uçuruyorlar, yürütüyorlarsa müritlerim yürütüyorlar.

Şimdi, şeyhlerin yerlerine yöneticileri koyalım ve düşünelim.

Çevresindekilerin:

*Allah’ın bütün sıfatlarını üzerinde toplamış!

*O’na dokunmak ibadettir!

*O, asrın Mehdisi’dir!

*Peygamber Mekke’yi aldığı zaman gururlandı. Biz, bunca hizmet ürettik gururlanmadık!

*O yeryüzünde Allah’ın gölgesi (halifesi) dir.

*Allah, Hazret-i Muhammed’ten sonra bir Peygamber gönderseydi, O’nu peygamber gönderecekti! gibi safsatalarla ilahlaştırdıkları veya avam tabakasından kültür derecesinin çok düşük olduğu anlaşılan bir kadının:

-G.tünün kılı olurum!

diye söz ettiği birine en büyük zararı bu dalkavuklar vermiş olmuyorlar mı! Oysa

(İnsan beşer, bazen şaşar)

diye bir özdeyişimiz vardır. Beşer olan, zaman-zaman yanlış yapmak durumuna da düşmüş olabilir. Yönetici konumundaki birilerini yanlışsız kabul ettiğiniz ve yanlışlarında bile bir hikmet aradığınız zaman, onlara en büyük zararı vermiş olursunuz! Sahte İlahlar da hep böyle doğmuştur!

Peygamberler, masum olmalarına karşılık, yanlışsız değillerdir. Onların bile bazı yanılmaları olmuştur.

(ABESE)

süresinin iniş sebebi nedir!

Hazret

-i

Muhammed Mustafa Efendimizi

(O’na al ve ashabına

salat ve selam olsun)

ikaz için değil mi!

Bir savaşta, savaş taktiğini iyi bilen bir ashab-ı kiramın Peygamber Efendimizin taktiğine karşı:

-Bu bir vahiy mi?

diye sorması, Peygamber Efendimizin vahiy olmadığını beyan edince de, Sahabenin savaş taktiğiyle ilgili kendi görüşünü açıklaması ve kabul görmesi ne kadar ibret verici bir olaydır!

Osmanlı Padişahları da, çevrelerindeki dalkavuklardan çok bunalmış olacaklardı ki, paralı çığırtkanlar tutarak, Cuma selamlığına gittiklerinde arkalarından:

-Gururlanma Padişahım, senden büyük Allah var!

diye bağırttırmamışlar mıydı!

Çevreleri

BAKARACI-MAKARACI

dalkavuklarla, şaklabanlarla çevrilmiş olan yöneticiler, dileriz ki, kendilerini ilahlaştıranların dolduruşlarına gelerek havalara girmezler, sonuç itibarıyla

YÜCE ALLAH’IN AZAMETİ ÖNÜNDE BİR (HİÇ) OLDUKLARINI AKILLARINDAN ÇIKARMAZLAR!

(Gururlanma

Padişahım Senden Büyük Allah Var)

özdeyişi, Osmanlı Devleti’nin güzel geleneklerinden biridir. Padişahlar selamlık tabir edilen törenlerde halkın karşısına çıktıkları veya tebdil-i kıyafetsiz halkla buluştukları durumlarda, bizzat kendileri tarafından tutularak maaşları ödenen çığırtkanlar aracılığıyla uyarılmaları için

(Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!)

sözleriyle uyarılırlardı.

Böylece, dünyaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu’nun padişahlarının bile neticede fani birer varlık oldukları, bunu hatırlayarak halka hor ve hakir bakmamaları sürekli olarak telkin edilirdi.

Bu uygulamanın Yavuz Sultan Selim’in (I. Selim) halife olmasıyla birlikte başlatıldığı söylenir. Bu gelenekte yeni padişah olan şehzadeye tahta çıkışında ve daha sonra da bayram günlerinde, cülus törenlerinde, cuma namazlarında paralı çığırtkanlar tarafından hep bir ağızdan söylenerek onlara ölümlü olduklarının hatırlatılması açısından önemlidir.

Osmanlı Padişahları ki, bir zamanlar dünyaya nizam vermek onlardan sorulurdu. Buna rağmen, kibre, gurura kapılmamak için, kendilerine Yüce Yaratanı hatırlatacak paralı çığırtkanlar tutmuş ve kulluklarını anımsatacak bir söylem geliştirmişlerdi. Ne güzel ve anlamlı bir gelenek!

Tasavvufi meşhur bir beyit vardır:

“Olmaz ise kibr-ü riya

Sensin beyti ol Kibriya”

Buyrulmuştur. Arapça bir özdeyişimiz de

(İp incelince,

insan kabalaşınca kopar)

anlamına gelir. Bu bakımdan, mütevazi olmak her zaman için üstün bir meziyet olarak yorumlanmıştır. Kur’an-ı Kerimde de kibrin ve gururun ne kadar günah olduğuna işaret eden birçok ayetler vardır. İşte onlardan yalnız birinin meali alisi:

“Şüphesiz Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, müstekbirleri sevmez.”

Artık şahların ve padişahların bulunmadığı bir yüzyılda (yirmibirinci yüzyıl) bulunmamıza karşılık, hala şah ve padişah olmak özentisi ve özlemi içinde olanlar, bütün bu söylemlerden ibret alsalar gerektir!

ANEKDOT

Adamlarıyla birlikte Şehri gezen Kral, bir köşede karşılaştığı Feylezof’a:

-Nereye böyle? diye sormuş.

Feylesof, umursamaz bir tavırla:

-Bilmem! demiş.

Bunun üzerine Kral öfkelenerek adamlarına emir vermiş:

-Bu adam, nereye gittiğini bile bilmeyen serserinin biri. Yakalayıp hapishaneye atın.

Feylesof gülümseyerek cevap vermiş:

-Kral Hazretleri, hapishaneye gönderileceğimi nereden bilebilirdim!!!

Yazarın Diğer Yazıları