Ülkemizde sınıf mücadelesi, başkanlık ve parlamento seçimlerine hazırlık biçiminde sürüyor.. İki cephenin sözcüleri, bu konuda kürsülerden seslerini yükseltiyor.. Neredeyse her gün bir yenisi yayımlanan kamuoyu yoklamaları, iktidar partisinin milleti temsilde azınlığa düştüğünü ve daha da düşeceğini gösteriyor.. Normal seçimlerin 2023 yılında yapılacağı ileri sürülüyor ama her iki cephenin de bir erken seçime hazırlık yaptığı da anlaşılıyor.
En kritik soru şu; İster zamanında, ister erken yapılsın mevcut iktidar seçimde sandıktan çıkamadığı takdirde, seçmen iradesine boyun eğerek iktidardan çekilecek mi? Bu konuda derin kaygılar var ve kaygılarında hiç kimse de haksız sayılmaz.. Çünkü iktidarı bırakmaya yanaşmayacağı konusunda geçmişte bazı örnekler yaşandı.
Bunlardan bir tanesi Haziran 2015 seçimlerinde aldığı oylar tek başına hükümet olmasına yetmeyince, muhalefetin hükümet kurmasına veya onlardan biri ile ortaklık kurmaya yanaşmayıp, haftalarca “istikşafi” görüşmelerle siyaseti oyalamaları ve sonunda
“millet yanlış yaptı”
diyerek bunu düzeltmesi için milletimizin yeniden seçimlere götürülmesidir ve iki seçim arasında yaşanan şiddet olayları nedeniyle de yeniden çoğunluğa ulaşmasıdır.. “Bu şiddeti iktidar yaptırmıştır” demek haksızlık olur fakat şiddet politikalarının iktidara yaradığı kendi ifadeleridir ve işin gerçeği de budur.
İkinci örnek, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini Sayın Ekrem İmamoğlu kazanınca, Yüksek Seçim Kurulu’nu da alet ederek çocukların bile inanmayacağı saçma sapan gerekçelerle bu seçimlerin iptal ettirilmesidir.. Neyse ki yenilenen seçimlerde haksızlığa kızan İstanbullu seçmenler, sandıkta daha büyük bir fark yaratarak çok daha büyük bir ders vermişlerdir.
İktidar, taşıdıkları ideoloji nedeniyle parlamenter demokrasiye uygun değildir.. Seçim sonuçları, kendilerine iktidar sağlıyorsa meşrudur.. Üst üste kazandıkları seçimlerden de cesaret alarak milletin tek seçeneğinin kendileri olduğunu, milleti temsil hakkını elde ettiklerini söyleyip durdular.. Madem seçimleri kazandık, istediğimizi yaparız demekteydiler ve bu da sözde milletin iradesi oluyordu.
Fakat yukarıda vermiş olduğum iki örnek ve günümüzde görülen bazı gerçekler, iktidarın zihninde iktidar için başka bir gerekçenin yattığını gösteriyor.. O da, her koşulda iktidarın kendi hakları olduğudur.. Çünkü Allah öyle istemektedir.. Kendileri Müslümanlığı temsil etmektedirler ve kendilerini eleştiren herkes dinin emirlerine de karşıdır.. Laiklik, Avrupa’da türemiş bir kavramdır ve İslam’a uygun değildir.
İktidarın kaybettiği bir seçimde gönül rızasıyla iktidarı temsil etmeye yanaşmayacağının sinyalleri de var.. Siyasi söylemler bu zamana kadar yapıldığı gibi düşmanlaştırma esasına göre kurgulanacak, tarafsız olması gereken bütün devlet kurumları iktidarın hizmetine sunulacak, iktidarı gözeten seçim yasaları çıkarılacaktır.. Kayyım atamalarında olduğu gibi, bazı seçimlerin sonuçları yok sayılacaktır.
Bütün bunlara rağmen, seçimler iktidarın aleyhine sonuçlanırsa devreye sokulacak güçler de hazırlanmaktadır deniliyor.. Bir emekli subayın yönetimindeki SADAT’ın icabı halinde harekete geçmek üzere bir şeylere hazırlandığı iddia edilirken, geçtiğimiz aylarda basına sızan TÜGVA’lıların yemini de yeni bir komando hareketinin örgütlenmekte olduğunu düşündürüyor.
Ülkemizde bazı muhalefet partileri siyasi suikastlar düzenleneceği yolunda aldıkları duyumlardan da söz etmeye başlamışlardı.. Böyle bir ihtimalin olup/olmadığı da çok tartışıldı.. Fakat Kılıçdaroğlu’nun Çubuk’ta, Akşener’in Karadeniz’de, bazı gazetecilerin ve gazetelerin uğradığı saldırılar, böyle bir ihtimalin varlığını düşündürüyor.. “Bunlar daha iyi günleriniz” ve “muhalefet iktidar hedefini unutsun” sözleri, asla demokratik bir yarışın ifadeleri değildir. İktidarın sözlüğünde muhalefete düşmek diye bir kavram olmadığı da anlaşılıyor.. Geleceği düşünmeden boğazına kadar partizanlığa ve yolsuzluklara batmayı göze almasının nedeni de bu olmalı.. Ona, kuruluşunda parlamenter bir parti niyetiyle katılmış olanlar çoktan istifa etmişler veya tasfiye edilmişlerdir.
İktidarın devasa propaganda imkânlarına, silahlı güçlere ve hazineye hükmettiği böyle bir siyasi ortamda muhalefet, bütün bu güçlerden yoksundur.. Birkaç televizyon ve gazetede bir avuç muhalif aydın, millete gerçeği anlatmak için didinip duruyor.. Muhalefetin miting, yürüyüş gibi demokratik hakları bile son derece kısıtlanmıştır.. Şiddet kullanmaya hazır gençlik örgütleri yoktur.
İlk yapılacak genel seçimler, Türkiye için bir dönüm noktası olacak gibi görünüyor ve hiç unutulmaması gereken de bu ülkenin
Mareşal/Gazi ve tek Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk
tarafından
“gençlere”
emanet edilen
Türkiye Cumhuriyeti Devleti
olduğudur!..